İran ve İsrail arasında 7 Ekim’den bu yana adım adım tırmanan gerilim tam da korkulduğu üzere Tel Aviv’in 13 Haziran’da başlattığı saldırılar ile bir savaşa dönüştü. “Yükselen Aslan” adını taşıyan ve İran nükleer programını bitirme hedefi taşıdığı ilan edilen ancak arka planında rejim değişikliğini de hedefleyen operasyonuyla İsrail, yalnızca İran’ın nükleer tesislerini değil aynı zamanda İran’ın savunma doktrininin başat unsuru olan balistik füze programına ait üretim tesislerini, füze fırlatma rampalarını, radar ve hava savunma sistemini, petrol rafinerilerini, doğal gaz sahasını da hedef aldı. Daha da önemlisi Tel Aviv saldırının ilk safhalarından itibaren sivil yerleşim yerlerine de saldırarak İran’ın üst düzey devlet yetkililerini, komutanlarını ve nükleer bilim insanlarını evlerinde hedef aldı. Böylelikle daha önce Hizbullah ve Hamas’a karşı gerçekleştirdiği suikast operasyonlarını bu kez Tahran’da İran yetkililerine karşı düzenleyerek şok ve bocalama yarattı. Hava saldırılarının dışında İsrail’in İran içindeki işbirlikçileri tarafından araçlara yerleştirildiği düşünülen bomba düzenekleri ile şehir merkezinde sivilleri hedef alan saldırılar da can kayıplarını arttırdı. İran Sağlık Bakanlığı saldırıların dokuzuncu gününde sivil kayıpların 400’ün üzerinde olduğunu duyurdu.
Tahran, İsrail saldırısının ilk gününde yaşadığı şok ve bocalamayı aşarak, komuta kademelerine yeni isimleri atadı ve İsrail’in çok kademeli hava savunma sistemini geçerek Tel Aviv ve Hayfa gibi kentlerde yıkım ve zarara yol açacak farklı menzil ve güçteki balistik füzeleri ile bu saldırıya cevap vermeye başladı. Tahran’da hava savunma sisteminin devreye girmesi ile İsrail’in kenti hedef alan saldırılarının bir kısmının önüne geçilebildi. Savaşın seyri açısından en kritik faktör ABD’nin İsrail saldırılarının penetre edemediği, Fordo nükleer tesislerine yönelik bir saldırı ile bu savaşın bilfiil bir parçası olup olmayacağıydı. Aslına bakılırsa, İran nazarında ABD en başından itibaren bu savaşın parçasıydı. ABD’den daha sonra gelen açıklamalar da İsrail’in bu operasyonu Trump yönetiminden yeşil ışık alarak düzenlediğini gösterdi. Savaşın zamanlaması da İran’ı yanıltmıştı, zira Tahran ABD ile nükleer müzakerelerin yeni turuna hazırlanırken İsrail’in hedefi olduğu için Washington tarafından diplomasi kisvesi altında aldatıldığını düşündü.
Başkan Trump, 21 Haziran gecesi savaş 10. gününe girerken, ABD’nin İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerine başarılı bir saldırı düzenlediğini, nükleer tesislerin imha edildiğini duyurdu. Böylelikle ABD uzun yıllardır direndiği askeri operasyon seçeneğini Trump’ın karar vermek için duyurduğu iki haftalık sürenin henüz başında hayata geçirdi.
ABD saldırısı ile savaşın ve bölge siyasetinin seyri açısından yeni bir eşik daha aşılmış oldu ve savaşın genişleyeceğine, artık öngörülemez bir sürecin başladığına dair kaygılar arttı. Şimdi sırayı Tahran’ın Amerikan saldırısına nasıl cevap vereceğine dair ihtimaller aldı.
İran neler yapabilir?
İran’dan gelen ilk açıklamalar saldırının Fordo’da büyük bir yıkıma yol açmadığı yönündeydi. Bu bakımdan İran’ın hasar tespitinin misillemeye dönük kararını etkileyebileceği söylenebilir. Dahası saldırının daha önce İranlı yetkililere duyurulmuş olduğuna dair haberler, ABD yönetiminin askeri hamlesini hem Tahran’ın misillemesini dizginlemeye hem de İsrail’in taleplerini karşılamaya çalışan bir orta yol bulmak için kalibre ettiğini düşündürüyor. Sosyal medyaya yansıyan uydu görüntülerinde İran’ın saldırı öncesinde Kum kentinde dağa gömülü nükleer tesisi Fordo’dan araçlarla tesisten kritik teçhizat ile kuvvetle muhtemel yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stoklarını nakletmiş olabileceğini doğruluyor. Nitekim, henüz Fordo’nun derinliklerindeki hasar bilinmese de İran açısından karar verdiği takdirde nükleer bomba yapımı için kullanabileceği yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum materyalinin zarar görmediği ve hem hayatta kalan nükleer bilim insanlarının ihtisası, hem de uranyum stokları düşünüldüğünde İran nükleer programının bitirilemediği açık bir şekilde görülüyor. ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in İran ile elindeki zengin uranyum stokları için müzakere edeceklerini söylemesi bu sürecin yeni aşamasına işaret ediyor.
İran misilleme olarak imzacısı olduğu Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT)’den ayrılmayı düşünebilir. Bu henüz gerçekleşmese de İran’ın güvenliği için nükleer silahların caydırıcılığına ihtiyaç duyduğu artık İran kamuoyu ve siyasi seçkinler nezdinde daha çok destek görüyor. İran NPT’den çekilip, silahlanma yoluna girerse bu bölgede Körfez ülkelerinin de nükleer silahlanma yarışını gireceği yeni bir dönemi başlatabilir. İran, NPT’den çekilmeyi erteleyecek olursa da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile iş birliğini azaltabilir, bu da İran nükleer programını daha az şeffaf ve denetlenebilir hale getirecektir.
İran’ın askeri misilleme ihtimaline gelecek olursak, ABD her ne kadar sembolik ve nükleer tesisleri hedef alan kısıtlı bir saldırı planlamış olsa da bu saldırı ile günün sonunda İran’ı bombaladığı gerçeği değişmiyor ve gelen açıklamalara bakılacak olursa böyle bir adımın İran tarafından cevapsız bırakılmayacağını söyleyebiliriz. İlk cevabın İsrail’e saldırıların şiddetlenmesi ile verildiğini ve Tel Aviv’e İran ile ilgili bir hesap hatası yaptığı mesajının verildiği düşünülebilir. 22 Haziran’da İran’ın İsrail’e karşı saldırısında 2000 km menzile sahip ve daha büyük savaş başlığı taşıyan Hayber füzelerinin ilk kez kullanıldığını belirtmek gerekir.
İran’ın ABD’ye karşı olası askeri misillemesinin de iyi kalibre edilmesi gerektiği aşikâr. Bu bakımdan Tahran’ın Kasım Süleymani suikastındaki misillemesine benzer bir şekilde misilleme yapacağı ancak bunu oldukça ölçülü bir şekilde planlayacağı beklenebilir. İran cevabında bölgedeki Arap ülkelerini kendisinden uzaklaştıracak bir adım atmamaya da gayret edecek gibi görünüyor. Bu hususta Hürmüz Boğazı’nı trafiğe kapatmak hem Arap dünyası hem de Çin ile ilişkiler düşünüldüğünde İran’ın hemen uygulayacağı bir adım olmayabilir. Kuvvetle muhtemel Tahran, ABD’nin asker ve uçaklarını büyük ölçüde boşalttığı bölgedeki askeri üslerinden birine sembolik bir saldırı düzenleyerek bu turu kapatabilir. Bu adımın Trump yönetimini daha sert bir karşı saldırıya sevk etmeyecek bir şekilde planlanması önem arz ediyor. Savaş tüm bilinmezliğiyle sürerken, galibi olmayacak saldırı silsilesinin son bulması ve diplomatik açmazların aşılması Ortadoğu’nun istikrarı açısından her zamankinden hayati görünüyor.