Üst Kimlik Arayışında Anlam Boşluğu: “Türkiyeli” Söylemi Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme – Furkan M. Atar

29 Eylül 2025
22 dk okuma süresi

Özet

Bu çalışma Türkiye’de son yıllarda artan üst kimlik tartışmaları bağlamında “Türkiyeli” kavramını tarihsel, sosyolojik ve siyasal açıdan eleştirel biçimde değerlendirmektedir. 2000’li yıllardan itibaren kamuoyuna sunulan bu kavram, görünürde tüm etnik ve kültürel grupları kapsayan bir üst kimlik önerisi olarak tanımlansa da tarihsel köklerden kopukluğu ve toplumsal aidiyet yaratma kapasitesindeki sınırlılıklarıyla öne çıkmaktadır. Çalışma öncelikle “Türkiye” adının etno-tarihsel kökenlerini incelemektedir. Göktürklerden itibaren “Türk” adının siyasal ve kültürel bir kimlik göstergesi olduğu, Bizans kaynaklarında “Tourkia” ifadesiyle Anadolu’nun Türk hâkimiyeti altında tanımlandığı, Orta Çağ Avrupası’nda ise “Turchia” ve “Turkey” gibi biçimlerde yerleştiği ortaya konulmaktadır. Ayrıca Cumhuriyet döneminde “Türkiye” adının tarihsel sürekliliği temsil eden ve yeni siyasal kimliği taşıyan bir kavram olarak benimsendiği, 2022’de Birleşmiş Milletler nezdinde de diplomatik düzeyde tescillendiği vurgulanmaktadır. Teorik çerçevede Anthony Smith’in etno-sembolist yaklaşımı kullanılarak kimlik inşasında ortak mitler, semboller ve kolektif hafızanın belirleyici rolü incelenmektedir. Bu bağlamda Türk kimliğinin Kurtuluş Savaşı anlatısı, Orta Asya’dan gelen kültürel miras ve Cumhuriyetin kurucu ideolojisiyle bütünleştiği belirtilmektedir. Ayrıca çalışma üst kimlik bağlamında başarılı örnekler olarak sayılabilecek bazı örnekleri de incelemektedir. Türkiye örneği özelinde hangi adımların farklı atıldığı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Çalışmada Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk” kimliğini etnik değil, siyasal aidiyet olarak tanımlayan yurttaşlık anlayışı öne çıkartılmaktadır. Sonuç bölümünde ise “Türkiyeli” söyleminin tarihsel aidiyet bağlarından kopukluğu, toplumsal hafızayla uyumsuzluğu ve mevcut kültürel kimlikleri belirsizleştirme riski üzerinde durulmaktadır. Toplumun büyük kesimi tarafından içselleştirilmemiş soyut kimlik önerilerinin, sahici bir aidiyet yaratmakta başarısız olacağı savunulmaktadır. Güçlü bir üst kimliğin ise tarihsel süreklilik, ortak hafıza ve siyasal birliktelik üzerine inşa edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Çalışma “Türkiyeli” kavramını, kapsayıcı olmaktan ziyade nötrleştirici ve dolayısıyla etkisiz bir kategori olarak değerlendirmektedir. Türkiye’de farklı etnik ve kültürel unsurların barış içinde bir arada yaşamasının yolu bu farklılıkları tek tipleştirmekten değil, tarihsel olarak kökleşmiş bir siyasal kimlik çatısı altında bütünleştirmekten geçmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bu çatı, Türk kimliği üzerinden tanımlanmış ve ulus devletin temel taşı olmuştur.

Giriş

Türkiye’de vatandaşlık tanımına dair yürütülen tartışmalar, özellikle 2000’li yıllardan itibaren yeni üst kimlik arayışları bağlamında yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, hem iç politik dinamikler hem de küreselleşme, göç hareketleri ve Avrupa Birliği ile yürütülen uyum süreci gibi etmenler yurttaşlık anlayışını yeniden tanımlama yönünde çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda öne sürülen “Türkiyeli” kavramı görünürde tüm etnik ve kültürel grupları kapsama iddiasıyla ortaya atılmış bir önerme niteliğindedir. Ancak bu tanım tarihsel, sosyolojik ve siyasal bağlamlar dikkate alındığında hem kavramsal olarak sınırlı kalmakta hem de toplumda aidiyet üretme kapasitesi bakımından ciddi sorunlar barındırmaktadır.

Bir kavramın kapsayıcı üst kimlik olarak işlev görebilmesi için yalnızca hukuki bir düzenleme ya da siyasal söylemle ortaya konulması yeterli değildir. Aynı zamanda tarihsel sürekliliğe, kolektif hafızaya ve ortak değerler sistemine dayandırılması gerekmektedir. Bu noktada Türkiye’nin modernleşme süreci boyunca üst kimlik inşasının “Türk” kavramı etrafında şekillendiği ve bu kavramın hem Cumhuriyet ideolojisinde hem de ulusal sembollerde kökleştiği görülmektedir. Dolayısıyla “Türkiyeli” gibi tarihsel kökenleri zayıf ve kolektif hafızada yer edinmemiş bir kavramın toplumun tüm kesimlerince içselleştirilmesi güç görünmektedir. Nitekim sosyolojik araştırmalar üst kimliklerin toplumsal meşruiyet kazanmasının geçmişle kurulan bağın ve ortak deneyimlerin sürekliliğine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu çalışma, “Türkiyeli” kavramının neden güçlü bir üst kimlik inşa edemeyeceğini tarihsel aidiyetler, ulus devlet yapılanması ve etno-sembolist kimlik kuramı ışığında ele alacaktır. Ayrıca karşılaştırmalı örnekler üzerinden üst kimlik modellerinin hangi koşullarda toplumsal kabul gördüğü incelenecek ve “Türkiyeli” söyleminin siyasal ve toplumsal yansımaları değerlendirilecektir.

Türkiye Adının Kökeni: Etnokültürel ve Tarihsel Derinlik

“Türkiye” adının kökeni yalnızca coğrafi bir atıf değil, uzun bir tarihsel ve etnik aidiyet sürecinin ürünüdür. Bu nedenle “Türkiyeli” gibi bir tanımın, aynı kökten beslenmeden anlam kazanması mümkün görünmemektedir. Tanımın etno-sembolist perde arkasını kronolojik olarak incelemek yerinde olacaktır.

Göktürk döneminde, “Türk” ya da “Türük” adının bir kendilik tanımı (autoetnonim) olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu adlandırma başta Orhun Yazıtları olmak üzere Göktürk dönemi kaynaklarında yer almaktadır. Bu bağlamda Türk kelimesi bir etnik tanımdan daha fazlasıdır. Aynı zamanda siyasal egemenliği, toplumsal olgunluğu ve kültürel sürekliliği ifade eden bir anlam taşımaktadır.

11. ve 12. yüzyıllarda Bizanslı tarihçiler özellikle Miryokefalon Savaşı (1176) sonrası Anadolu’dan “Tourkia” (Τουρκία) olarak söz etmeye başlamıştır. Bu tanım Bizans açısından artık Anadolu’da Türklerin kalıcı hâkimiyetinin kabul edildiğinin dolaylı bir ifadesidir. İmparator VII. Konstantinos’un İmparatorluğun Yönetişimi Üzerine (De Administrando Imperio) adlı eserinde, “Tourkia” terimi hem Anadolu’ya hem de Macaristan bölgesindeki Türk kabilelerine atıfla kullanılmaktadır. Yani terim, Bizans literatüründe “Türklerin ülkesi” anlamında yer edinmiştir.

Orta Çağ Avrupası’nda da benzer bir eğilim gözlenmektedir. Latince belgelerde “Turchia”, İngilizcede ise “Turkia” ve daha sonra “Turkey” formları benimsenmiştir. Örneğin, İngiliz edebiyatının babası olarak tanınan Geoffrey Chaucer 14. yüzyılda kaleme aldığı Düşes Kitabı (The Book of the Duchess) adlı kitabında “Turkey” kullanımını tercih etmiştir. Sonuç olarak coğrafyanın Türklerle özdeşleştiğini ve Batı dünyasında da bu aidiyetin kabul gördüğü anlaşılmaktadır.

Türkiye adı modern anlamda ilk kez 1920’lerde imzalanan uluslararası belgelerde (örneğin 1921 Afganistan Anlaşması’nda “Devlet-i Âliyye-i Türkiyye” olarak) yer bulmuştur. 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte “Türkiye Cumhuriyeti” adı resmileşmiştir. Bu ad, hem tarihsel aidiyetin bir devamı hem de yeni bir siyasal kimliğin taşıyıcısı olarak benimsenmiştir. 2022 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler’e (BM) yaptığı resmi başvuru ile “Turkey” yerine “Türkiye” adının kullanımı diplomatik düzeyde de kabul görmüştür. Bu yalnızca dilsel değil aynı zamanda sembolik bir kimlik tercihidir.

Etno-sembolist Perspektiften Kimlik İnşası

Ulusların nasıl inşa edildiği sorusu, modern ulus-devletlerin ortaya çıkışından bu yana sosyal bilimlerde temel bir tartışma alanı olmuştur. Anthony Smith’in geliştirdiği etno-sembolist yaklaşım, -diğer milliyetçilik yaklaşımlarından- modernist ve ilkçi bakış arasında bir köprü kurarak, kimlik inşasında hem tarihsel köklerin hem de modern süreçlerin rolünü vurgulamaktadır. Bu yaklaşım ulusların yalnızca modern çağın icadı olmadığını ve geçmişten devralınan mitler, semboller, tarihi anlatılar ve kolektif hafıza üzerine inşa edildiğini ileri sürmektedir.

Etno-sembolist kuram, özellikle üç unsura dikkat çekmektedir;

  • Ortak mitler ve tarihi anlatılar – Bir ulusu oluşturan toplulukların kendilerini köken, kahramanlık ve kurucu anlatılar üzerinden tanımlaması.
  • Semboller ve ritüeller – Bayrak, marş, anıt, resmi tatil gibi toplumsal hafızayı canlı tutan semboller.
  • Toprak ve süreklilik algısı – Ulusun belli bir coğrafyayla özdeşleşmesi ve tarihsel olarak bu mekânla bağ kurması.

Türkiye örneğinde bu unsurların tamamı, büyük ölçüde Türk kimliği etrafında şekillenmiştir. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarihsel süreklilik, Göktürk yazıtlarından Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar uzanan bir aidiyet zinciri üretmiştir. Örneğin Kurtuluş Savaşı’nın kolektif anlatısı hiçbir zaman sadece bir askeri başarı olarak nitelendirilmemektedir. Bu mücadele pek çok açıdan modern Türk ulusunun kurucu mitlerinden biri olarak işlev görmektedir. Bu anlatı hem siyasal bağımsızlığı hem de ortak bir gelecek vizyonunu sembolleştirmiştir.

Cumhuriyet’in erken döneminde ulusal kimliğin inşasında kullanılan semboller de bu etno-sembolist perspektifle açıklanabilir. Türk bayrağı, İstiklal Marşı, Anıtkabir ve ulusal bayramlar, bireylerin ortak hafıza ve aidiyet duygusunu pekiştiren sembolik araçlar haline gelmiştir. Bu bağlamda ulus inşası yalnızca bir hukuki vatandaşlık tanımıyla değil aynı zamanda tarihsel ve kültürel sürekliliği canlı tutan semboller aracılığıyla gerçekleşmiştir. Etno-sembolist bakış açısı, “Türkiyeli” kavramının neden güçlü bir üst kimlik oluşturamadığını da açıklamaya yardımcı olur. Çünkü bu kavramın arkasında ne derinlikli mitler ne de güçlü semboller vardır. “Türkiyeli” söylemi, tarihi süreklilikle bağ kurmak yerine kültürel çeşitliliği nötr bir ifade altında toplama girişimi olarak görülmektedir.

Son olarak, etno-sembolist yaklaşım Türkiye’de kimlik inşasının dinamiklerini anlamada da işlevseldir. Türk kimliğinin tarihsel mitleri (Orhun Yazıtları, Malazgirt Zaferi ve Kurtuluş Savaşı), sembolleri (bayrak, marş ve resmi tatiller) ve coğrafi süreklilik (Anadolu’nun “vatan” olarak tanımlanması) bu çerçevede sahici bir aidiyet zemini yaratmıştır. Buna karşılık “Türkiyeli” gibi tarihsel ve sembolik altyapısı olmayan kavramların, toplumda güçlü bir üst kimlik olarak yerleşmesi mümkün olmayacaktır.

Karşılaştırmalı Üst Kimlik Modelleri: Kanada, ABD ve Avustralya Örneği

Etno-sembolist yaklaşımın işaret ettiği üzere ulusların sahici bir kimlik inşa edebilmesi için tarihsel mitlere, sembollere ve kolektif hafızaya yaslanmaları gerekmektedir. Ancak modern dünyada bazı ülkeler, köklü tarihsel çekirdeklere dayanmayan veya çok farklı etnik grupları bünyesinde barındıran yapılar olmalarına rağmen, uzun vadede kapsayıcı üst kimlikler geliştirebilmişlerdir. Bu durum “yeni kimlikler inşa edilemez” görüşünü tek başına geçersiz kılmasa da başarılı örneklerin incelenmesi, Türkiye’deki “Türkiyeli” söyleminin karşı karşıya olduğu yapısal farklılıkları ortaya koymak açısından önemlidir.

Kanada örneği, çokkültürlülüğün anayasal düzeyde güvence altına alındığı nadir ülkelerden birisidir. 1971’de kabul edilen Çokkültürlülük Politikası (Multiculturalism Policy) ve 1988’de yürürlüğe giren Kanada Çokkültürlülük Yasası (Canadian Multiculturalism Act) farklı etnik kökenlere sahip bireylerin kültürel kimliklerini korumalarını sağlarken, aynı zamanda “Kanadalı” kimliği etrafında bir ortak aidiyet geliştirmeyi hedeflemiştir. Tarihsel Anglo-Fransız çekirdeğin üzerine inşa edilen bu kimlik, yerli halklar ve göçmen toplulukların katılımıyla zamanla daha kapsayıcı hale gelmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ise göçmen temelli bir toplum olarak “Amerikalı” kimliği etrafında birleşmeyi sağlayabilmiştir. Eritme potası (melting pot) ve daha yakın dönemde “mozaik” metaforlarıyla açıklanan bu kimlik modeli, anayasal vatandaşlık ve “Amerikan rüyası” ideali üzerinden inşa edildiği görülmektedir. Her ne kadar kölelik mirası yerli halkların dışlanması ve etnik ayrımcılık gibi ciddi sorunlar yaşansa da Amerikalı kimliği günümüzde hâlâ güçlü bir üst kimlik işlevi görmektedir.

Son olarak Avustralya da göçmen toplulukların ağırlığıyla şekillenen bir ülke olarak, “Avustralyalı” kimliğini özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında devlet politikaları aracılığıyla güçlendirmiştir. Çok sayıda Avrupa ve Asya kökenli göçmenin ülkeye yerleşmesiyle birlikte, vatandaşlık eğitim programları ve ulusal semboller üzerinden Avustralyalı kimliği ortak bir aidiyet zemini haline getirilmiştir.

Bu örneklerin ortak özelliği yeni üst kimliklerin yalnızca kültürel çeşitlilik üzerinden değil, kurumsal dayanaklar ve anayasal idealler aracılığıyla güçlendirilmiş olmalarıdır. Kanada’da anayasal çokkültürlülük, ABD’de vatandaşlık ideali ve Avustralya’da eğitim politikaları kapsayıcı kimliklerin toplumsal içselleştirilmesine hizmet etmiştir. Türkiye bağlamında ise “Türkiyeli” kavramı, bu örneklerden farklı olarak ne güçlü bir anayasal dayanakla ne de uzun vadeli kurumsal politikalarla desteklenmiştir. Kavram siyasal söylem düzeyinde gündeme gelmiş ancak eğitim, medya veya hukuki alanlarda köklü bir altyapı bulamamıştır. Dolayısıyla etno-sembolist kuramın işaret ettiği tarihsel köklerin eksikliğine ek olarak bu örneklerdeki gibi kurumsal ve toplumsal meşruiyet mekanizmalarının yokluğu “Türkiyeli” söyleminin başarısızlığını açıklayan temel faktörlerden biridir.

Belirtilen örneklerin günümüzde başarılı birer dönüşüm olarak adlandırılabiliyor olmaları Türkiyeli kullanımının uzun vadede bir karşılığı olabilir algısına kesinlikle düşülmemelidir. Zira tanımın kendi içerisinde yaşadığı tezat Türkiye adının kökeni incelenirken açıkça ortaya konmuştur. Burada verilen örneklerin amacı etno-sembolist bakış açısıyla bir üst kimlik yaratılabiliyor olduğunu göstermektir. Öte yandan Türkiye, tarihsel ve siyasal kökleriyle hali hazırda yerleşik bir üst kimliğe sahiptir. Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği politikaları incelemek yerinde olacaktır.

“Türkiyeli” Söyleminin Siyasal ve Toplumsal Bağlamı

Akademik çevrelerde, “Türkiyeli” kavramının getirdiği olası faydalar ve sınırlılıklar üzerine farklı görüşler öne çıkmıştır. Bu bağlamda kavramın etnik farklılıklar arasında daha kapsayıcı bir üst kimlik zemini sağlayabileceği ileri sürülmüştür. Bu yaklaşıma göre “Türkiyeli” ifadesi Türk kimliğiyle özdeşleşen etnik vurguyu azaltarak, yurttaşlık bağını öne çıkarabileceği üzerinde durulmuştur. Böylece farklı kimlik gruplarının kendilerini daha rahat ifade edebilecekleri bir kapsayıcılık zemininde buluşabileceği savunulmuştur.

Buna karşın kavramın toplumsal ve siyasal bağlamda karşılaştığı eleştirilerin çok daha güçlü olduğu aşikardır. İlk olarak “Türkiyeli” tanımı, tarihsel köklerden yoksun bir kimlik önerisi olarak değerlendirilmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan kolektif hafıza, ulusal semboller ve resmi belgeler sürekli biçimde Türk kimliğini üst kimlik olarak yerleştirmiştir. Bu tarihsel süreklilik karşısında “Türkiyeli” söylemi köksüz ve yapay bir kavramsallaştırma olarak algılanmıştır. Ayrıca “Türkiyeli” kavramı kapsayıcılık iddiasına rağmen toplumun geniş kesimlerince Türk kimliğinin yerine ikame edilmeye çalışılan bir nötrleştirme aracı olarak görülmüş ve bu nedenle meşruiyet kazanamamıştır.

Siyasal bağlamda bakıldığında, “Türkiyeli” kavramı farklı dönemlerde çeşitli aktörler tarafından dile getirilmiş olsa da, bu söylemin kalıcı bir devlet politikası haline gelmediği görülmektedir. Anayasa metinlerinde veya resmi belgelerde bu kavrama yer verilmemiştir. Kavram, daha çok siyasal tartışmalarda geçici bir öneri olarak gündeme gelmiş, kurumsal bir karşılık üretememiştir. Bu durum da Kanada’daki Çokkültürlülük Yasası veya ABD’deki anayasal vatandaşlık gibi kurumsal dayanaklarla desteklenen örneklerden farklı olarak “Türkiyeli” söyleminin toplumsal içselleştirilmesini zorlaştırmıştır

Etno-sembolist perspektiften bakıldığında “Türkiyeli” kavramının en önemli eksikliklerinden birinin de güçlü semboller ve kolektif hafıza ile desteklenememesi olduğu görülmektedir. Toplumda sahici bir aidiyet yaratabilmek için kavramların tarihsel süreklilikle beslenmesi gerekir. Oysa “Türkiyeli” söylemi ne mitlerle ne sembollerle ne de ortak bir tarih anlatısıyla desteklenmiştir. Bu yönüyle, Smith’in işaret ettiği ulus inşasının temel bileşenlerinden yoksun kalmıştır.

“Türkiyeli” söylemi siyasal ve akademik çevrelerde kapsayıcı bir üst kimlik önerisi olarak dile getirilmiş olsa da tarihsel köklerden yoksunluğu, toplumsal içselleştirme eksikliği ve kurumsal dayanaklardan yoksunluğu nedeniyle başarısız olduğu açıktır. Toplumsal pratikte karşılık bulamayan kavram, daha çok entelektüel düzeyde tartışılan bir öneri olarak kalmıştır. Günlük hayata, devlet kurumlarına ve yurttaşların aidiyet algısına nüfuz edememiştir.

Atatürk’ün Yurttaşlık Anlayışı: “Türk” Kimliği ve Siyasal Birliktelik

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ulusal kimliği etnik kökene indirgememiş ve onu siyasal bir aidiyet kategorisi olarak tanımlamıştır. Bu yaklaşım Cumhuriyet ideolojisinin en çarpıcı ifadelerinden biri olan “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünde açıkça görülmektedir. Burada vurgulanan, “Türk doğmak” değil, “Türk’üm demek”tir. Yani aidiyet, kan bağına değil, bilinçli bir tercihe ve ortak siyasal bağlılığa dayandırılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan siyasal yurttaşlık modeli, modern ulus-devletin gerektirdiği birlik ve bütünlüğü sağlamak amacıyla kurgulanmıştır. Atatürk farklı etnik kökenlerden gelen bireylerin tek bir “millet” çatısı altında bütünleşmesini hedeflemiştir. Bu bağlamda “millet” kavramı yalnızca ortak geçmişten ziyade ortak ülküyü paylaşmayı da içermektedir. 1924 Anayasası’nda da vatandaşlık; “Türkiye halkına din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk denir” ifadesiyle tanımlanmıştır. Böylece Türk kimliği etnik bir daralmaya değil, siyasal bir kapsayıcılığa işaret etmiştir.

Atatürk’ün yurttaşlık anlayışında eşitlik ilkesi merkezi bir yer tutmaktadır. Bu doğrultuda bireylerin etnik ve dini aidiyetlerinin bir öneminin olmadığı anayasal temeller atılmış ve Cumhuriyet’in değerlerine bağlılıkları esas alınmıştır. Atatürk’ün ulus inşası projesinin tekçi bir etnisite anlayışa yönelmediği, ortak değer ve ülkü birliğine dayalı bir siyasal topluluk inşasını amaçladığı görülmektedir. Ayrıca Atatürk, “Türk milleti” kavramını sürekli olarak geleceğe dönük bir proje olarak tanımlamıştır. Ona göre millet olgusu yalnızca geçmişte ortak bir tarihi yaşamakla değil, ortak bir gelecek ülküsünde birleşmekle de oluşmaktadır. Dolayısıyla Türk kimliği tarihsel bir kategori olmakla sınırlı kalmamış aynı zamanda modernleşme, çağdaşlaşma ve ilerleme ideallerinin de taşıyıcısıdır.

Sonuç olarak Türk kimliğinin, Cumhuriyet’in eşit yurttaşlık bağını kuran kapsayıcı bir tanım olarak var olduğu görülmektedir. Atatürk’ün siyasal vizyonu, etnik ve dini farklılıkların eşit yurttaşlık çatısı altında bütünleştirilmesini öngörmüştür. Bu yaklaşım günümüzde de “Türkiyeli” gibi yeni kimlik önerileriyle karşılaştırıldığında tarihsel sürekliliğe sahip ve toplumsal olarak daha sahici bir aidiyet ürettiği açıktır.

Sonuç: Sahici Kimlik, Tarihsel ve Siyasal Temele Yaslanır

Bugün “Türkiyeli” kavramı bazı çevrelerce daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir yurttaşlık zemini oluşturmak adına önerilmektedir. Ancak bu kavram, ne tarihsel olarak güçlü bir kolektif aidiyete sahiptir ne de toplumun büyük kesimi tarafından içselleştirilmiş bir kimlik biçimidir. Bu durum yukarıdan aşağıya kurgulanmış soyut kimlik inşalarının sahici toplumsal karşılıklar üretmede ne kadar sınırlı kalabildiğini göstermektedir.

Ayrıca bu kavramın sunduğu kimlik tanımı, yalnızca Türk kimliğini değil, diğer etnik grupların kimliklerini de belirsizleştirmektedir. Hiçbir grup kendisini sahici bir biçimde “Türkiyeli” olarak tanımlamamaktadır. Bunun yerine mevcut kültürel ya da etnik kimliklere yaslanmayı sürdürmektedir. Böylece “Türkiyeli” söylemi, kapsayıcı olmaktan çok, nötrleştirici ve dolayısıyla etkisiz bir kategori haline gelmektedir. Üstelik “Türkiyeli” tanımı yalnızca Türk kimliğini değil, farklı etnik grupların kimliklerini de muğlaklaştırmaktadır. Hiçbir topluluk kendisini sahici biçimde “Türkiyeli” olarak tanımlamamakta, bunun yerine mevcut kültürel veya etnik aidiyetlere yaslanmayı sürdürmektedir. Bu yönüyle kavram, kapsayıcı olmaktan çok, nötrleştirici ve dolayısıyla etkisiz bir kategoriye dönüşmektedir.

Toplumsal aidiyetler, tarihsel süreklilik ve ortak hafızayla desteklenmediği sürece, kavramsal kimlik önerileri anlamlı bir karşılık üretememektedir. “Türkiyeli” kavramı, bu anlamda ancak tarihsel bağlamdan kopuk, siyasal gerçeklikle sınırlı temas kuran, toplumsal karşılığı zayıf bir önerme olarak değerlendirilebilir. Hem Anthony Smith’in etno-sembolist yaklaşımı hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasal yurttaşlık modeli, güçlü bir üst kimliğin ortak değerler, tarihsel tecrübe ve aidiyet üzerinden kurulabileceğini göstermektedir. Öte yandan diğer milliyetçilik yaklaşımlarından Modernist kuramın öncüleri Benedict Anderson ve Ernest Gellner de çalışmalarında ulusun yalnızca siyasal bir inşanın değil aynı zamanda toplumsal bir tahayyülün ürünü olduğunu vurgulamışlardır.

Sonuç olarak “Türkiyeli” kavramı tarihsel bağlamdan kopuk ve toplumsal karşılığı zayıf bir öneri olarak kalmaktadır. Öte yandan Türkiye’de farklı etnik, kültürel ve mezhepsel unsurların varlığı bir gerçektir. Ancak bu farklılıkların barış içinde bir arada yaşamasının koşulu onları aynılaştırmak değil ortak bir tarihsel ve siyasal çatı altında bütünleştirebilmektir. Bu çatı Türkiye’yi tarih boyunca Türk kimliğiyle ifade etmiş ve ulus devletin temel taşı olmuştur.

Kaynakça

Acar, A. (2017, Ocak 25). Milliyetçilik ve Kimlik. Düşün-ü-yorum: http://www.dusunuyorumdergisi.com/milliyetcilik-ve-kimlik/ (Erişim Tarihi: 29.01.2024) adresinden alındı

Ak, M. (2022, Eylül 30). Türkiye’de Vatandaşlığın Üst Kimlik Olma Meselesi. Asya Studies, s. 239-247.

Aksakal, E. (2015). Modernist Milliyetçi Kuramlar Işığında Türk Milliyetçiliğine Bakış. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 203-222.

Anderson, B. (2017). Hayali Cemaatler (Çev. İskender Savaşır). İstanbul: Metis Yayınları.

Atatürk, M. K. (2010). Nutuk. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Aydemir, H. (2022). “Türk” Adının Kökeni Üzerine. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Sempozyumu (s. 149-155). İzmir: Asos Yayınları. Türk Edebiyatı. adresinden alındı

Greenfeld, L. (2021). Milliyetçilik Bir Kısa Tarih (Çev. Abdullah Yılmaz). İstanbul: Alfa Yayınları.

İnalcık, H. (2022). Devlet-i Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar I. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Jupp, J. (2002). From White Australia to Woomera : The Story of Australian Immigration. New York: Cambridge University Press.

Kerestecioğlu, İ. Ö. (2007). Milliyetçilik: “Uyutan Güzeli Uyandıran Prens”ten. H. B. Örs içinde, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler (s. 307-350). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Kongar, E. (2023, Aralık 25). Küreselleşme, Mikro Milliyetçilik, Çok Kültürlülük, Anayasal Vatandaşlık. Kongar: https://www.kongar.org/makaleler/mak_kum.php (Erişim Tarihi: 02.01.2024) adresinden alındı

Kymlicka, W. (1996). Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of Minority Rights (Oxford Political Theory). Oxford: Oxford University Press.

Ortaylı, İ. (2018). Türkiye’nin Yakın Tarihi. İstanbul: Timaş Yayınları.

Özkırımlı, U. (2020). Milliyetçilik Kurumları Eleştirel Bir Bakış. Ankara: DoğuBatı Yayınları.

Smith, A. (2010). Nationalism Theory, Ideology, History. Malden: Polity Press.

Smith, A. (2017). Milli Kimlik (Çev. Bahadır Sina Şener). İstanbul: İletişim Yayınları.

Türkiye Büyük Millet Meclisi. (tarih yok). 1924 Anayasası. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi: https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1924-anayasasi/# (Erişim Tarihi: 16.08.2025) adresinden alındı

Winter, E. (2011). Us, Them, and Others: Pluralism and National Identity in Diverse Societies. Toronto: University of Toronto Press.

Yıldız, A. (2001). “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938). İstanbul: İletişim Yayınları.

Zürcher, E. J. (2017). Turkey: A Modern History. London: I.B.Tauris.

Furkan M. Atar

Furkan Musa Atar Karabük Üniversitesi bünyesinde lisans eğitimini uluslararası ilişkiler, yüksek lisans eğitimini ise Bölge Çalışmaları (Disiplinlerarası) alanlarında tamamlamıştır. Yüksek lisans eğitimi sırasında “Yumuşak Güç Bağlamında Video Oyunları; Activision Örneği” adıyla bir kitap bölümü kaleme almış, “Terör Örgütlerinin Silahsızlanma Süreci; IRA Örneği” ve “Video Oyun Sektörüne Ulusal Bir Bakış; Türk Video Oyun Şirketleri” isimli bildirileriyle uluslararası öğrenci kongrelerinde sunumlar yapmıştır. Yüksek lisans tezini ise “Etnik Milliyetçiliğe Dayalı Bir Bağımsızlık Hareketi Olarak Katalan Ayrılıkçılığı” üzerine yazmıştır. Akademik ilgi alanları arasında uluslararası ilişkiler teorileri, etnik milliyetçilik ve terörizm konuları yer almaktadır.

Bu yazıya atıf için: Furkan M. Atar, "Üst Kimlik Arayışında Anlam Boşluğu: “Türkiyeli” Söylemi Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme – Furkan M. Atar" Global Panorama, Çevrimiçi Yayın, 29 Eylül 2025, https://www.globalpanorama.org/2025/09/ust-kimlik-arayisinda-anlam-boslugu-turkiyeli-soylemi-uzerine-elestirel-bir-degerlendirme-furkan-m-atar/

Bülten Aboneliği

Sosyal Medyada Paylaşın

PDF Kaydedin / Çıktı Alın

Editörün Seçtikleri

Copyright @ 2025 Global Academy. Design & Development brain.work

Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına / yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.