Arada Kalanlar: Geçişken Seçmenlerde Esneklik, Apati ve Güven Arayışı – Seda Demiralp

10 Ekim 2025
23 dk okuma süresi

Özet:

Bu makale, Türkiye’de siyasal kutuplaşmanın dışında kalan ve iktidar ile muhalefet arasında yön değiştirebilen geçişken seçmenlerin bilişsel, duygusal ve psikolojik dinamiklerini incelemektedir. Çalışma, 5000 kişilik çevrimiçi anket verisi ve bu katılımcılar arasından seçilen 30 kişiyle yapılan odak grup görüşmelerine dayanmaktadır. Araştırmanın temel sorusu, geçişken seçmenlerin siyasal tutumlarını ve yönelimlerini şekillendiren başlıca faktörlerin neler olduğu ve bu faktörlerin “entelektüel esneklik”, “entelektüel apati”, “güven arayışı” ve “medya etkisi” gibi kavramlar etrafında nasıl örgütlendiğidir.

Bulgular, geçişken seçmenlerin hem yüksek entelektüel esneklik hem de yüksek entelektüel apati düzeyleriyle tanımlandığını göstermektedir. Bu ikili yapı, onların farklı siyasi argümanlara açık olmalarını sağlarken aynı zamanda yüzeysel bilgi tüketimine ve dezenformasyona yatkınlık yaratmaktadır. Odak grup görüşmeleri, bu seçmenlerin geçmişteki tercihlerine ilişkin “pişmanlık” ve geleceğe dönük “kandırılma korkusu” taşıdıklarını, siyasete öfke ya da ideolojik bağlılıkla değil, güven ihtiyacı ve belirsizlik kaygısıyla yaklaştıklarını ortaya koymaktadır. Partizan söylemleri “abartılı” bulan bu seçmenler, çoğu zaman karma veya “hibrit” söylemler üretmekte ve siyasi gelişmeleri bir tehdit-güven dengesi üzerinden, bir tür “risk yönetimi” mantığıyla değerlendirmektedir.

Sonuç olarak, geçişken seçmenler ne salt kararsız, ne de ilgisizdir; siyasetle ilişkileri şüphe, esneklik ve güven arayışının iç içe geçtiği bir zeminde şekillenmektedir. Bu nedenle, bu seçmenlere yönelik siyasi iletişim girişimleri partizan öfke üretmekten değil, güven inşa etmekten geçmektedir.

Giriş:

Geçişken seçmenler,  kutuplaşmış ve seçmenlerin büyük çoğunluğunun kristalize tercihlere sahip olduğu bir siyasi ortamda, kendilerini her iki kutba da aşağı yukarı eşit mesafede konumlandıran ve kutuplar arası gidip gelebilen seçmenlerden oluşmaktadır.  Tanım ve ölçüm farklılıklarına göre farklılık gösterse de Türkiye’de yaklaşık olarak toplam seçmenin %20-30 arasında bir segmentini oluşturan geçişken seçmenler siyasi sahnesinde önemli alan kaplamaktadır (Öztürk, Özdemir, Demiralp, 2025).  Yani, kutuplaşmış bir çok ülke gibi Türkiye siyasetinde de geçişken seçmenler, siyasi dengeleri değiştirebilecek ve siyasi tablonun kaderini belirleyebilecek kritik bir grubu temsil etmektedir. 

Geçişken seçmenler yalnızca seçim sonuçlarını belirleyebilecek kilit bir grup değil, aynı zamanda toplumsal duyarlılıkların ve siyasal beklentilerin en hassas göstergesidir (Mayer, 2007; Gidron, 2022; Hillygus & Shields, 2008). En sert kutuplaşmaların dışında kalan ve çoğu zaman siyasi spektrumun ortasında konumlanan bu seçmenler, toplumun ortak paydalarının da ipuçlarını taşır. Dolayısıyla bu seçmenlerin davranışları, siyasetteki büyük kaymaların erken işaretlerini verir.  Geçişken seçmenlerin kaygılarını, umutlarını ve kırılma noktalarını çözümlemek, toplumun nabzını tutma imkanı sunar. Bu seçmenlerin farklı siyasi aktörlere, politikalara ve genel siyasi gidişata bakış açısına dair ortak noktaları saptamak, hangi söylem ve stratejilerin toplumsal ortak paydada karşılık bulacağı, hangilerinin ters tepeceğine dair tahmin gücümüzü artıracaktır. Böylece seçim sonuçlarının arkasındaki görünmeyen psikolojik dinamikleri deşifre etme imkanı da doğacaktır.

Geçişken seçmenlerin daha iyi anlaşılması politika üretimi açısından da önemlidir. Bu içgörü, siyasi partilerin ve liderlerin sadece kısa vadeli seçim kazanımlarına değil, uzun vadeli güven ve aidiyet inşasına da odaklanmasını mümkün kılar. Yani, “hangi mesaj kime gider?” sorusuna odaklı kampanya çalışmalarının ötesinde, siyasetçilerin seçmenin zihinsel ve duygusal haritasına hitap eden daha incelikli politikalar üretmesine yardımcı olur.

Nihayet geçişken seçmenleri daha iyi anlamak demokratikleşme hedefleri açısından da önemlidir.  Geçmiş çalışmaların ortaya koyduğu üzere, aşırı kutuplaşma çoğu zaman demokratik kırılganlaşmaya yol açmaktadır.  Geçişken seçmenlerin özelliklerini çözümlemek ise bize toplumdaki kutuplaşmayı aşmaya dair ipuçları verir. Geçişken seçmenler siyasi uçlara değil, ara tonlara daha açık olduğundan, onları anlamaya ve kapsamaya dönük adımlar siyasi  demokrasinin ortak zeminini yeniden kurmaya da aracılık edebilirler.

Böyleyken, geçişken seçmenler ne akademik araştırmalarda, ne de gündelik siyasi tartışmalarda partizan seçmenler kadar ilgi görmemektedir. Kuşkusuz bunun en önemli sebeplerinden biri, bu seçmen grubunun ideolojik ya da demografik açıdan homojen bir kitle oluşturmamasıdır. Bu durum, bir “geçişken seçmenler” kümesini tahayyül etmeyi zorlaştırabilmekte ve bu seçmenlerin yeterince ilgi görmemesine yol açabilmektedir.

Ne var ki seçmen geçişkenliğine daha yakından bakan çalışmalar, sınıfsal, ideolojik ya da demografik açılardan bir heterojenite sergilemeseler de, geçişken seçmenlerin siyaseti anlamlandırma biçimlerinde ve buna temel olan psikolojik ve bilişsel özelliklerinde bazı ortaklıklar tespit edebilmektedir.  Bu özelliklere daha yakından bakılması geçişken seçmenleri daha iyi anlamayı ve çeşitli siyasi gelişmelere verdikleri ve verecekleri tepkileri daha kolay okumayı sağlayabilecektir.

Bu analiz, Türkiye’de kutuplaşmanın dışında kalan geçişken seçmenlerin duygu ve düşünce biçimlerindeki bazı ortak eğilimlere ışık tutmaya çalışmaktadır.  Ayrıca, bu seçmen grubunun Türkiye’de sistem tartışmaları, 19 Mart süreci ve “terörsüz Türkiye” süreci gibi güncel siyasi tartışmalara bakışlarını ortaya koymaktadır. Çalışma bu incelemeler üzerinden kavramsal bazı çıkarımlar yapmakta, özellikle “entelektüel esneklik”, “bilgi iştahsızlığı/entelektüel apati”, “hibrit söylemler” ve “medya etkisi” gibi değişkenler üzerinden geçişken ve kararsız seçmenlerin dünyasını açıklamaya çalışmaktadır.

Araştırmanın içerdiği anket bulguları, Aykut Özdemir ve Uğur Özdemir’le gerçekleştirilen daha geniş bir seçmen araştırmasından elde edilmiştir. Bu verilere göre, geçişken ve kararsız seçmenlerin entelektüel esneklikleri bu kesimi siyasi iletişime açık tutarken,  entelektüel apati, komplocu düşünme biçimi ve dezenformasyona dayanıksızlık dikkat edilmesi gereken özellikler olarak öne çıkmaktadır.  Araştırmada kullanılan nitel veriler ise Işık Üniversitesi Emotics Lab kapsamında gerçekleştirilen odak grup görüşmelerinden elde edilmiştir. Bu görüşmelerden edinilen bulgular, geçişken seçmenlerin geçmişe dair “pişmanlık,” geleceğe dair ise “kandırılma korkusu” içeren duygularına ışık tutmakta ve “bir daha kandırılmayacakları” siyasi seçeneğe yönelik arayışlarını ortaya koymaktadır.  Geçişken seçmenler partizan söylemleri itici ve abartılı bulmakta, 19 Mart süreci, siyasi sistem tartışmaları ve Terörsüz Türkiye süreci gibi konularda yaptıkları paylaşımlar, hem iktidar hem muhalefet söylemlerini “duyduklarını” ve çeşitli ölçülerde etkilendiklerini göstermektedir. Bu bağlamda geçişken seçmen grubunda medya etkisi de dikkat çekicidir.  Geçişken seçmenlerin siyasi duruşunu siyasete yönelik yoğun şüphe ve aynı zamanda (siyasetten kopma yerine) devam eden bir güven arayışı oluşturmaktadır.

Yöntem ve Özet Bulgular:

Araştırma Şubat ve Mayıs ayı arasında ve yaklaşık 5000 katılımcı ile gerçekleştirilen çevirimiçi anketlerden elde edilen bulgulara ve daha sonra Temmuz ayı içinde bu katılımcılar içinden geçişkenlik oranı yüksek olarak tespit edilerek seçilmiş 30 katılımcıyla gerçekleştirilen odak grup görüşmelerine dayanmaktadır. Araştırmada geçişkenlik hem iktidar ve muhalefet partileri arasında karar vermekte zorlananları hem de tercihlerinde iktidar ve muhalefet arasında salınımlar gösterenleri kapsayacak biçimde kullanılmıştır. Yakın bir seçim senaryosunda iktidar ile muhalefet adayına yönelme eğilimleri arasında belirgin bir fark göstermeyen, geçmiş tercihlerinde iktidar ve muhalefet arasında geçişler yapmış olan ve herhangi bir partiye güçlü bir partizan bağlılık ifade etmeyen seçmenler araştırmamızda “geçişken” olarak tanımlanmıştır. 

Entelektüel Esneklik ve Entelektüel Apati

Araştırmanın en önemli bulgularının başında geçişken seçmenlerin zihinsel yapılarına ışık tutan gözlemler gelmektedir.  Anket çalışmasından elde edilen bulgular geçişken seçmenlerin kararlı seçmenlerle karşılaştırıldığında hem yüksek entelektüel esneklik hem de yüksek entelektüel apati özellikleri ile farklılaştığını göstermektedir. Entelektüel esneklik, fikirsel bağnazlığın düşük olmasına işaret eder. Bu da, bireylerin farklı argümanlara kulak verme, çeşitli siyasi kaynaklardan beslenme ve bu çerçevede düşünsel pozisyonlarını yeniden değerlendirmeye açıklıklarını ifade eder. Araştırmamız kararlı seçmenlere kıyasla, geçişken seçmenlerde fikirsel bağnazlığın daha düşük olduğunu yani fikirlerini eleştiriler ve yeni bilgiler ışığında yeniden gözden geçirme eğilimlerinin daha fazla olduğunu göstermektedir.  Nitekim bu bulgu literatürle de uyumludur (Porter & Schumann, 2018; Bowes et.al., 2022). Geçişken seçmenler, hem iktidar hem de muhalefet söylemlerine kulak vermekte ve bunlardan parçalar devşirerek yeni bir anlam seti kurabilmektedir.

Figür 1: Geçişken ve Kararlı Seçmenlerin Karşılaştırılması

Kaynak: Aykut Öztürk, Uğur Özdemir ve Seda Demiralp’in hesaplamaları.

Diğer yandan entelektüel anlamda bağnazlıkları düşük, esneklikleri yüksek olsa da, araştırmamız geçişken seçmenlerin aynı anda daha yüksek düzeyde entelektüel apati ve dezenformasyona yatkınlık da sergilediğini ortaya koymaktadır.  Entelektüel apati, ya da düşük “bilgi iştahı”, bireylerde yoğun bilişsel çaba gerektiren tartışmalardan uzak durma, daha kolay tüketilen ve duygusal yoğunluğu yüksek içeriklere yönelme eğilimini göstermektedir.  Yukarıda grafikte görüldüğü gibi geçişken seçmenlerde bilgi iştahı daha düşük seyretmektedir. Başka bir deyişle, geçişken seçmenlerde gözlenen bu çelişki, açık fikirliliğin her zaman dikkatli ve titiz bir düşünme biçimiyle birlikte gitmediğini göstermektedir. Nitekim araştırmamız, çalışmamız analitik düşünme eğilimini ölçen CRS skorunun, geçişken seçmenlerde, diğer seçmenlere göre daha düşük seyrettiğini ortaya koymaktadır. Yukarıdaki figürde görüldüğü üzere, geçişken seçmenler, bilgiyi işleme ve sonuç çıkarma süreçlerinde, daha az analitik, daha fazla sezgisel hareket etmektedir.

Literatürde entelektüel apati ve demokrasi ilişkisine dair değerli çalışmalar yapılmış olmakla birlikte  bu ilişkinin niteliğine dair bir konsensüs bulunmamaktadır. Siyaset çalışmalarında apatetik tutumlar çoğunlukla siyasi katılımı azaltması ve siyasi hesap verebilirlik taleplerini zayıflatması boyutuyla ele alınmaktadır (Eliasoph, 1998; Verba vd., 1995; Pateman, 1970; Putnam 2000). Nitekim kimi araştırmacılar, modern otoriter sistemlerin dayanıklılığı hususunda seçmen apatisinin rolüne dikkat çekmiştir (Shirikov, 2024; Alyukov, 2022). Fakat diğer yandan, tam ters yönde argumanlar da mevcuttur.  Örneğin, Taber and Lodge (2006, 2016)’un çalışmaları, otoriter siyaset bağlamında apatinin bireyleri otoriter propagandadan ve dezenformasyondan “koruyucu” etkisi olabileceğini öne sürmektedir.

Bizim çalışmamız  Türkiye’de geçişken seçmenler bağlamında siyasi apati açısından belirgin bir fark görmemekte fakat entelektüel apati açısından anlamlı bir fark tespit etmektedir. Geçişken seçmenlerde daha yüksek oranda entelektüel apati gözlendiği gibi bu  hem komplo teorilerine hem de dezenformasyona yatkınlıkla el ele gelmektedir. Anket sonuçları, geçişken seçmenlerde “uzaylılarla temasın kanıtlarının halktan gizlendiği,” “yeni ilaçlar veya teknolojilerle ilgili deneylerin halkın üzerinde, onların bilgisi veya rızası olmadan sürekli olarak gerçekleştirildiği,” “yahut mevcut şirketlere zarar verebilecek yeni ve ileri teknolojilerin piyasaya sürülmesinin engellendiği” gibi görüşlere destek görece yüksektir. Keza, araştırmada hayali bir yolsuzluk haberine maruz bırakılan katılımcılar içinde geçişkenlik skoru yüksek olanların bu habere inancı daha yüksek ölçülmüştür.  Geçişken seçmenler dezenformatik içeriklerde sıklıkla bulunan mantık hatalarını fark etmek konusunda daha başarısızdırlar ya da habere inanıp inanmamalarında bu hatalar fark yaratmamaktadır.

Özetle diyebiliriz ki,  geçişken seçmenlerin bilgiyle angaje oluşlarında aynı anda hem açıklık hem yüzeysellik bulunabilmektedir. Bu ikili dinamik onların siyasal tutumlarını dalgalı, kırılgan ve kolay yön değiştirir hale getirmektedir.

Medya Etkisi ve Medya Tercihleri

Geçişken seçmenlerle ilgili ilginç bulgulardan biri hem iktidar hem muhalif medyaya maruz kalma olasılıklarının yüksekliğidir.  Milyonlarca seçmenin yankı odalarında hapsolduğu bir siyasi ortamda, bu ayırd edici ve önemli bir özelliktir.  Geçişken seçmenler, sabit seçmenlere kıyasla,  siyasi tutumu net olan haber kanallarından çok haber-eğlence karışık bir akışa sahip kanalları yahut akış olarak “haber kanalı” formatına sahip olsalar da içerik itibarıyla tabloid dramatizasyonu öne çıkaran kanalları daha çok izlemektedir. Bu durumun sebeplerinden biri “partizan” tonlu içeriklerin geçişken seçmenlere “fazla abartılı” gelmesi bu sebeple manipulatif bulunmasıdır. Bir diğer sebep, bilişsel apati eğilimlerinden ötürü duygusal yoğunluğu ve performatif yanı yüksek, siyasi mesajları ise daha saklı ve dolaylı olan yayınların bu seçmen grubuna daha fazla hitap etmesidir.

Siyasal Sistem Tartışmaları

Her ne kadar ekonomi ve güvenlik gibi konuların arkasında gelse de, siyasal sistem tartışmaları seçmen gündemine git gide daha fazla girmektedir.  Geçişken seçmenlerle yapılan görüşmeler başkanlık sistemine geçişle ilgili soru işaretleri, demokratikleşme, denge-denetleme sisteminin restorasyonu, hukuk sisteminin tarafsızlaşması ve şeffaflaşması gibi konuların bu kitlenin ilgisini çektiğini ve -ekonomi gibi- daha kritik gördükleri sorun alanlarıyla da bağlantılı olarak algılandığını ortaya koymaktadır (Demiralp, 2025).

Geçişken seçmenler, siyasal sisteme yönelik dikkat çeken bir kuşku beslemektedir. Diğer yandan bu konuda hem iktidar hem de muhalif tarafın argümanlarına mesafeli durabildikleri yahut bazen her ikisine ait bazı eleştirel görüşleri aynı anda benimsedikleri ve bunları-e teorik bir tutarlılık aramaksızın- birleştirebildikleri görülmektedir. Görüşmelerimiz, bu seçmenlerin tüm siyasi partileri “tek bir bünye” olarak görme eğiliminde olabildiklerini ve pek çok zaman bu “bünyenin” kendi lehlerine çalışmadığına yönelik inançlarını yansıtmaktadır.  Bir katılımcı seçim vakti sandığa gitse de seçimlerin gerçekliğine inanmadığını şu cümlelerle ifade etmektedir:

“Seçim yapmak, nasıl söyleyeyim, o bir senaryo, kimin kazanacağını en baştan zaten belirliyorlar kendi aralarında. Bizim oy kullanmamızın falan pek bir etkisi olduğunu da düşünmüyorum.” (Kadın, 36, Çorum).

Araştırmaya katılanların pek çoğu, siyasete yönelik temkinli ve mesafeli durmaktadır. Fakat bu duruş umursamazlıktan ziyade kurumlara ve siyasi işleyişe duyulan genel bir güven kaybı ile ilgilidir. Geçişken seçmenler muhalif seçmenlere benzer biçimde başkanlık sistemi sonrası siyasi sistemin aşırı merkezileşmesinden, tek adam yönetiminden, ve denge-denetleme mekanizmalarının eksikliğinden şikayet etmekte, yine muhalif seçmenlere benzer biçimde “ortak akıl” kavramına kıymet vermektedir.  Fakat diğer yandan, muhalif seçmenlerden farklı olarak çözümü net olarak parlamenter sisteme dönüşte görmeyebilmekte, parlamento gibi temsili kurumların etkinliğine yeterince güven duymamaktadır.

Bir katılımcının zihnindeki ideal sistem tanımı bu bakışı açısına örnek teşkil atması açısından ilginçtir:

“Hani şöyle, polislerden örnek vereyim, bir polis operasyonu gibi, birkaç kişilik bir tim operasyon yapar gibi. Yani tek bir kişi değil de ortak iki kişi mesela ya da üç kişi ortak biri mesela fikirlerini söyleyecek mesela. [Ülkenin] öyle yönetilmesi gerekiyor.” (Kadın, 26, Hatay).

Bu dikkat çekici benzetme, merkezi yönetimin hız ve verimlilik sağlama yönlerini (örneğin emir-komuta zinciri ya da kriz anlarında hızlı karar alma) vurgularken, tüm sürecin tek bir kişinin inisiyatifine bırakılmasına temkinli yaklaşımı da yansıtmaktadır. Katılımcı, dar ama güvenilir bir liderlik kadrosunun ortak akılla hareket etmesini arzulamaktadır. Bu yanıt, geçişken seçmenlerin siyasal düzen tahayyüllerinde “kriz yönetimi” mantığının belirleyici rol oynadığını ortaya koymaktadır. Buna göre, ülke yönetimi rutin bürokratik süreçlerle değil, acil müdahale gerektiren operasyonel bir anlayışla yürütülmelidir. Bu bakış açısı, hızlı karar alma ve güçlü liderlik ihtiyacını öne çıkarmakta, diğer yandan sınırlı da olsa istişareye açık karma modelleri de meşru görmektedir. Dolayısıyla, bu tür ifadeler, geçişken seçmenlerin “güçlü adam” yönetimi ile “denge-denetleme” arasındaki ilişkiyi keskin bir karşıtlık olarak değil, bir arada var olabilecek tamamlayıcı unsurlar olarak değerlendirdiklerini göstermektedir.

19 Mart Sürecine Bakış

Araştırmanın yapıldığı dönemde gündemde olan 19 Mart süreci, geçişken seçmenler açısından bir belirsizlik kaynağı olarak yorumlanmıştır. Katılımcılar, bu süreci değerlendirirken bir yandan siyasal aktörlerin hamlelerini dikkatle takip etmiş, öte yandan “her şey olabilir, kimseye güven olmaz” söylemini sıkça dile getirmiştir.

Burada dikkat çeken nokta, 19 Mart sürecine yönelik değerlendirmelerin net bir partizan bakışa değil, tereddütlü ve temkinli bir gözleme dayanmasıdır.  Örneğin, bir katılımcı, 19 Mart bağlamında izlenen yargı sürecini siyasi motivasyonlu olarak gördüğünü ama bunun için iktidarı eleştirmediğini, muhalefetin bu sürece “fırsat verdiğini” öne sürmüştür:

“Yani [davaların] siyasi olduğuna ben kesinlikle inanıyorum. Ama şöyle ki, bir insanın rakibini elemeye çalışması çok yadırganacak bir şey değil. Ama önemli olan karşıya açık vermemek. Siz böyle çok büyük bir açık verdiyseniz karşı tarafın bu açığınızı kullanmış olması şaşıracak bir durum değil.” (Erkek, 40, Ankara)”

Görüldüğü gibi, farklı başlıklarda olduğu gibi, 19 Mart bağlamında da, hem muhalefet hem de iktidar söylemlerinden parçalar, katılımcıların zihninde ve kendilerini ifade edişlerinde bir arada görülebilmektedir.  Bu durum, geçişken seçmenlerin siyasal gelişmeleri bir tür “risk yönetimi” mantığıyla izlediklerini de göstermektedir.

“Terörsüz Türkiye” Söylemine Tepkiler

Geçişken seçmenlerle yapılan görüşmelerde ele alınan başlıklardan biri de “Terörsüz Türkiye” süreci olmuştur. Süreç, katılımcılarda genel olarak şüpheyle karşılanmış fakat seçim kararını etkileyecek bir karar kuvvetinde de görülmemiştir.

Süreçle ilgili dile getirilen şüphelerde, ortaya konan hedeflerin (örgütün silah bırakması ve örgüt üyelerinin sağlıklı biçimde topluma entegre edilmesi) “gerçekleşmeme ihtimali” ve sürecin “geçici bir propaganda aracı” olduğu fikri öne çıkmaktadır.  Bu güvensizliğin temel sebeplerinden biri, seçmenin kendini sürecin dışında hissetmesi, sürecin opak biçimde ilerlemesi, dolayısıyla seçmenlerin kaygılarını ortadan kaldırabilecek bilgilere erişiminin olmamasıdır. Bu kapalılık kuşkucu eğilimleri tetiklemektedir:

“Onlara ne vaatler veriyor? Kapalı kapılar ardında neler konuşuluyor? Biz orada yokuz. Bakın o kapalı kapılar ardında hiçbirimiz yokuz.” (Kadın, 54, Kırklareli).

Partizan seçmenlerin zihninde, partilerinin sunduğu çerçeveyle şekillenmiş görece net bir resim bulunmaktadır. Buna karşılık geçişken seçmenler, netlik arayışı devam eden bireyler olarak öne çıkmaktadır.  Bu arayışın dezenformatif ya da  manipulatif bilgilerle doldurulmaması için bilhassa barış süreçleri gibi kritik siyasi konularda şeffaflık önemlidir. Böylece süreçi daha geniş seçmen desteğiyle yürütülebilecektir.

Kandırılma Korkusu ve Güven Sorunu

Geçişken seçmenlerin siyasal süreçlere bakışında en baskın duygulardan biri kandırılma korkusudur. Odak grup görüşmelerinde katılımcılar, geçmişte verdikleri oyları bir “yanılgı” olarak değerlendirmiş ve siyasi liderlere yönelik “bizi kandırdı” yahut “ben de kandırıldım dedi”  türünde ifadelere sıkça başvurmuşlardır. Yanılgı hissi ve yeniden yanılma korkusu seçmenlerin partiler ile bağını zayıflatmakta ve farklı seçeneklere açık hale getirmektedir.

Bir başka deyişle seçmen geçişkenliği ve yön değişimleri “partizan öfke”den ziyade “güven kaybı” üzerinden gerçekleşmektedir.  Nitekim siyasi partilerin ya da liderlerin kendi seçmenlerini hayal kırıklığına uğrattığı hatta onlara ihanet ettiği algısı, dışarıdan gelen eleştirilerden çok daha güçlü bir biçimde mevcut sadakat bağlarını çözebilmektedir. Bu bağlamda geçişken seçmenlerin “Aşil topuğu”, öfkeden ziyade güven erozyonudur.

Hibrit Söylemler

Araştırmamız geçişken ve kararsız seçmenlerin partizan söylemleri kendilerine uzak bulduklarını ve çoğu zaman kendilerini hibrit söylemler ile ifade ettiklerini göstermektedir. Katılımcılar, iktidarın argümanları ile muhalefetin eleştirilerini aynı anda sahiplenebilmekte, kimi zaman bir liderin olumlu yanlarından söz ederken aynı cümle içinde onun başarısızlıklarını da dile getirebilmektedir.

Bu hibrit söylem üretimi, aslında geçişken seçmenlerin siyasal iletişime dair beklentilerini açığa çıkarmaktadır.  Bu seçmenler keskin kutuplaştırıcı bir dilden ziyade, karma, harmanlanmış, bağlamsal bir dile daha yatkındırlar.  Temel motivasyonları, partizan kimliklerin ötesine geçen “kişisel anlamlandırma” ihtiyacıdır. 


Sonuç:

Geçişken seçmenler, yalnızca seçim sonuçlarını belirleme potansiyeli açısından değil, toplumun ortak paydasını temsil edici, siyasi kırılma noktalarını ve yön değişimlerinin ilk sinyallerini izlememize olan tanıyıcı özellikleriyle önem taşıyan bir gruptur.  Anket çalışmaları geçişken seçmenlerin  entelektüel esneklik ile apati arasındaki gerilimlerini, bir yandan farklı söylem ve düşünce biçimlerine açıklıklarını bir yandan ise komplo teorilerine ve dezenformasyona yatkınlıklarını ortaya çıkarmıştır. Odak grup çalışmaları , geçişken seçmenlerin sistem tartışmaları, 19 Mart süreci ve “terörsüz Türkiye” süreçleriyle ilgili tepkilerine ışık tutmuş, üstlerindeki medya etkisini, netlik arayışlarını, bir yandan sergiledikleri güven kayıplarını, bir yandan devam eden güven arayışlarını, partizan söylemlere mesafelerini ve hibrit siyaset tahayyüllerini ortaya çıkarmaktadır.

Bu bulgular, siyasal aktörlere ve araştırmacılara önemli bir ders sunmaktadır. Bunların belki de en önemlisi şudur: geçişken seçmenlere ulaşmanın yolu partizan öfke üretmekten değil, güven inşa etmekten geçmektedir. Çünkü bu seçmenler için en kritik mesele, hangi sistemin, ideolojinin, ya da hangi partinin iyi olduğundan ziyade, kimin kandırmayacağı sorusudur. Geçişken seçmenlerin siyasetle ilişkisi, öfkeden çok kandırılma korkusu ve güven ihtiyacı üzerinden şekillenmektedir. Dolayısıyla bu seçmenlerin yönelimi, hesaplaşmadan ziyade arayışa, bugünün kutuplaşmalarından ziyade yarının güven vaat eden siyasetine doğrudur.

Referanslar:

Alyukov, M. 2023. “Harnessing Distrust: News, Credibility, Heuristics, and War in an Authoritarian Regime”, Political Communication, 40 (5), 527–554.

Bowes, S. M., Costello, T. H., Ma, W., & Lilienfeld, S. O. (2022). Intellectual humility and susceptibility to misinformation. Personality and Social Psychology Bulletin, 48(9), 1323–1336.

Demiralp, S. (2025). “Kararsiz Seçmenler, Kaygılı Tercihler: Zihinsel Esneklik ve Kandırılma Korkusu Arasında,” Emotics Raporları (No:2).

Eliasoph, N. 1998. Avoiding Politics: How Americans Produce Apathy in Everyday Life. Cambridge: Cambridge University Press.

Gidron, Noam. (2022). “Many Ways to be Right: Cross-Pressured Voters in Western Europe,” British Journal of Political Science, 52(1), 153–171. https://doi.org/10.1017/S0007123420000135;

Hillygus, D. Sunshine, & Shields, Todd G. (2008). The Persuadable Voter: Wedge Issues in Presidential Campaigns. Princeton, NJ: Princeton University Press.

 Mayer, William. G. (2007). “The Swing Voter in American Presidential Elections,” American Politics Research, 35(3), 358–388. https://doi.org/10.1177/1532673X06297802

Öztürk, A., Özdemir, U., Demiralp, S. (2025). “Vulnerability to Authoritarian Disinformation: Evidence from Turkey,” OSF Preprints.

Pateman, C. 1970. Participation and Democratic Theory. Cambridge: Cambridge University Press.

Porter, T., & Schumann, K. (2018). Intellectual humility and openness to opposing views. Self and Identity, 17(2), 139–162.

Putnam, R. D. 2000. Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community. New York: Simon & Schuster.

Shirikov, A. (2024). The epistemic consequences of authoritarian propaganda. Journal of Politics, 86(2), 579–591.

Taber, C. S., & Lodge, M. (2006). Motivated skepticism in the evaluation of political beliefs. American Journal of Political Science, 50(3), 755–769.

Verba, S., Schlozman, K. L., Brady, H. E. 1995. Voice and Equality: Civic Voluntarism in American Politics. London: Harvard University Press.

Seda Demiralp

1978’de İstanbul’da doğdu. 1996’da İstanbul Lisesi’nden, 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu.  2008 yılında Wasington DC’deki American University’de karşılaştırmalı siyaset alanında doktorasını tamamladı. 2009 yılından beri Işık Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çalışmaları demokratikleşme, devlet-iş dünyası ilişkileri, ve toplumsal cinsiyet alanlarında yoğunlaşmaktadır.  Comparative PoliticsThird World QuarterlyMiddle East JournalMiddle Eastern StudiesSouth European Politicis and SocietyNew Perspectives on TurkeyTurkish Studies, Arab Studies Quarterly, gibi pek çok bilimsel dergide çalışmaları yayınlanmıştır.

Bu yazıya atıf için: Seda Demiralp, "Arada Kalanlar: Geçişken Seçmenlerde Esneklik, Apati ve Güven Arayışı – Seda Demiralp" Global Panorama, Çevrimiçi Yayın, 10 Ekim 2025, https://www.globalpanorama.org/2025/10/arada-kalanlar-gecisken-secmenlerde-esneklik-apati-ve-guven-arayisi/

Bülten Aboneliği

Sosyal Medyada Paylaşın

PDF Kaydedin / Çıktı Alın

Editörün Seçtikleri

Copyright @ 2025 Global Academy. Design & Development brain.work

Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına / yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.

Bülten Aboneliği

Güncellemelerden haberdar olmak için bültenimize abone olun.