Bugün Türkiye’nin zeki, cesur ve üretken insanları rantın, gayrimenkulün, faizin kısa vadeli cazibesine kapılmakla engebeli, riskli, yorucu ama onurlu bir süreç olan üretim ve teknoloji yoluna girmek arasında bir seçim yapmak zorunda. Faizlerin tavan yaptığı, enerji ve işgücü maliyetlerinin rekor kırdığı, döviz piyasalarının stabil olmadığı ve risk priminin yüksek olduğu bir ortamda bu seçimi yapmak kolay değil.
Bir yatırımcı bugün fabrika kurmaya kalksa, maliyet hesabını bitirdiğinde haklı olarak aklına ilk gelen soru şu oluyor: “Ben bu çılgınlığı neden yapıyorum?” Çünkü Türkiye’de üretim yapmak artık sıradan bir ekonomik faaliyet değil, bir tür kahramanlık. Bir fabrika kurmak, işçi çalıştırmak, üretmek, ihracat yapmak — bunlar artık sadece ekonomik kararlar değil; bir inanç, bir ideal, bir direnç biçimi. Bu döneme “kahraman girişimciler çağı” diyebiliriz. Yüksek faiz ortamında üretime yönelmek, neredeyse akıntıya karşı kürek çekmek gibi. Kredi maliyetleri, yüksek enerji faturaları, dalgalı hammade fiyatları, kira ve lojistik giderleri ile birleşince üreticinin beli bükülüyor. Üstelik zorluklar sadece içerde değil, dışarıda da zorluklar var: Küresel piyasalarda Türkiye riskli ülke olarak kodlanıyor; yabancı yatırımcı üreticiye değil, gayrimenkule ve tahvile yöneliyor. Böyle bir tabloda hâlâ üretim yapan, teknoloji geliştiren, istihdam yaratan herkes birer sessiz kahraman.
Ama kahramanlık sürdürülebilir bir strateji değildir. Bir ülke, ekonomisini sadece cesur bireylerin omzuna yükleyemez. Çünkü kahramanlar bir süre sonra yorulur; sistemin aklı, düzeni, altyapısı, kredibilitesi kahramanlığın yerini almalı ve yatırımcı/üreticilerin omuzlarındaki yükü hafifletmelidir.
Türkiye’nin 2030 vizyonunda üretim, artık bir tercih değil; bir zorunluluk. Üretim olmadan kalkınma, teknoloji olmadan rekabet, inovasyon olmadan ihracat olmaz. Ama bugünkü ekonomik mimari, üretim ekonomisinin önünü tıkamakta. Finansın kolay para alanı hâlâ rant, gayrimenkul ve kısa vadeli arbitraj olduğu sürece yatırımcılar bu kadar riskli ve düşük getirili üretim alanına girmekten çekinebilir. İşte tam bu noktada devlet aklı devreye girmeli. Devlet, piyasanın dengesini bozmadan, yönlendirici ve risk paylaşıcı bir rol oynamalı, üretimi kahramanlıktan çıkarıp stratejiye dönüştürmeli.
Artık üretim sadece fabrika bacasından çıkmıyor; tüm dünyada üretimin yeni cephesi teknoloji. Bir algoritma, bir robot kolu, bir yapay zeka modeli, bir yeşil enerji sistemi — bunlar da üretimdir. 21. yüzyılda rekabet “kim daha ucuz üretiyor?” değil, “kim daha akıllı ve sürdürülebilir üretiyor?” sorusuyla ölçülüyor. Yapay zeka, nanoteknoloji, biyoteknoloji, kuantum bilişim, robotik sistemler ve yeşil enerji gibi kaynaklar altın ve petrol kadar değerli bir hale geldi. Ancak Türkiye hâlâ birçok alanda teknolojiyi ithal ediyor. Makineyi, yazılımı, ekipmanı dışarıdan alma döngüsünün kırılması gerekli. Teknoloji geliştiren ülkeler, sadece zenginleşmiyor, aynı zamanda dünyayı şekillendiriyor; Türkiye teknoloji geliştiren ülke olmalı.
Diğer yanadan, üretim bir değerler meselesi. Bir ülke emeğe, girişimciliğe, bilgiye saygı duymazsa üretim kültürü çöker. Japonya, Almanya ve Güney Kore’nin kalkınma öyküsü, bu ahlaki temele dayanır. Alman mühendis, Japon ustabaşı, Koreli teknisyen toplumda saygı uyandıran kişilerdir. Türkiye’de ise hâlâ “emeğin itibarı düşük, rantın itibarı yüksek.” Bu denklem tersine çevrilmeden üretim ekonomisi kurulamaz. Üreteni övmeden, tüketeni teşvik ederek büyüme gerçekleşemez. Çünkü üretim, sadece gelir yaratmak değil, ulusal özgüveni yeniden inşa etmektir.
Devletin görevi bir nevi risk ortağı olmaktır. Bugün üretime girişen girişimci, sadece ticari risk değil, ülkenin riskini de sırtlanıyor. Bu yüzden devletin görevi sadece teşvik vermek değil, riskleri de paylaşmak. Devlet, girişimciye kredi ve hibenin yanısıra öngörülebilirlik, güven, pazar ve altyapı sağlamalı. Bir “milli üretim ve teknoloji stratejisi” olmadan bu yük taşınamaz. Bu strateji ne salt bir teşvik politikası ne de klasik bir kalkınma planıdır. Bu, Türkiye’nin gelecekteki ekonomik ve diplomatik varlık nedenidir.
Türkiye için 12 maddelik akıllı üretim stratejisi
1. Stratejik alanlara odaklı teşvik: Yapay zeka, enerji depolama, yarı iletken, iklim teknolojisi, tarım-gıda, savunma dışı ileri imalat gibi dokuz ana kümede yoğunlaşması.
2. Yerli teknolojiye alım garantisi: Devletin, kamu kurumlarının, belediyelerin yerli üreticiye ilk talebi yaratması.
3. Sermaye maliyeti desteği: Yatırım kredilerinin 10 yıl vadeli, hazine kefaletli olması, faiz desteğinin sektör yerine risk ve ihracat potansiyeline göre verilmesi.
4. Hızlı hibe mekanizması: Ar-Ge için 6 ayda sonuçlanan, prototipten ticarileşmeye uzanan aşamalı hibe modeli geliştirilmesi.
5. Vergi esnekliği ve nakit akışı desteği: KDV iadesinin 15 günde yapılması yatırım döneminde SGK ve vergi ertelemesi uygulaması.
6. Girişimciye yeşil enerji desteği: Yeşil elektrik için uzun vadeli PPA’lar, OSB’lerde toplu enerji alım uygulamalarının desteklenmesi; verimlilik teşviklerinin zorunlu hale gelmesi.
7. İhracat ve marka destekleri: Türk üreticileri küresel tedarik zincirlerine entegre edecek özel “Global Supplier” programı kurulması.
8. Tasarım ve markalaşma için eş finansman desteği: Bu alanda regulasyonların azaltılması, izin ve prosedürlerin kolatlaştırılması ve dijital onayla işleyen “tek kapı” yatırım sistemi kurulması.
9. Yetenek stratejisi: Yüksek vasıflı yabancılara hızlı teknoloji vizesi, yerli doktora sahiplerine ve Ar-Ge personeline maaş teşviki sağlanması.
10. Kümelenme ve SEZ modelleri: Bölgesel teknoloji özel bölgeleri oluşturulması; altyapı, enerji, gümrük, vergi kolaylığı sağlanması.
11. Yeşil sanayi standardı: Kamu ihalelerinde karbon ayak izi düşük ürünlere ek puan verilerek sanayi dönüşümünün hızlandırılması.
12. Devlet-özel ortak yatırım fonu: Varlık Fonu ve emeklilik fonlarının, teknoloji yatırım fonlarına çıpa yatırımcı olarak dahil edilmesi.
2030’a kadar yol haritası
İlk 100 gün yatırım izinlerinin sadeleştirilmesi, SBIR hibe sisteminin duyurulması, yerli alım garantisi protokolünün yapılması; sonraki 12 ay, kümelenme bölgelerinin ilanı, pilot SEZ’lerin altyapı ihalesi, patent-teminatlı kredi hattının kurulması; 36. ay ve sonrasında yerli üretimle 10 milyar dolar yatırım, 100 ihracatçı şirketin küresel OEM listesine girişi, sanayide yeşil enerji payının yüzde 35’e ulaşması, Ar-Ge harcamalarının GSYH’de yüzde 2,5 seviyesine çıkması.
Bu yol haritası uygulanırsa, “üretim çılgınlığı” bir kahramanlık değil, mantıklı bir yatırım hikâyesi haline gelir.
Bir ülke teknoloji üretmiyorsa, bağımsız değildir. Eğer sürekli dış kaynakla, ithal makineyle, dış yazılımla üretim yapıyorsa, yaptırımlara, ambargolara, manipülasyonlara açık hale gelir. Rusya, İran, Venezuela, Çin örnekleri bunu açıkça gösteriyor. Üretim gücü olmayan ülkenin, diplomasi masasında da eli zayıftır. Bağımsız üretim kapasitesi, ulusal güvenliğin yeni tanımıdır.
Türkiye’nin stratejik gücü, artık sadece ordusunda ya da diplomasisinde değil, teknoloji tabanlı üretim kapasitesinde yatıyor. Çünkü üretim, hem savunmayı hem ekonomiyi hem itibarı güçlendirir.
Ayrıca üretim ekonomisinin eğitimle başladığı akıldan çıkarılmamalıdır. Çocukları problem çözmeye hazırlayan bir sistem; gençleri memur değil, girişimci yapan bir vizyon gerekir. Kadınların üretim zincirindeki payı yüzde 30’dan yüzde 50’ye çıkmadıkça kalkınma yarım kalır. Kadın emeği, üretim ekonomisinin görünmeyen motorudur. 2030 üretim stratejisinde kadınlar, mühendislikten tasarıma, Ar-Ge’den ihracata kadar her alanda eşit karar verici olmalıdır.
Son olarak, üretimin ulusal kimliğin modern biçimi olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Tıpkı bir zamanlar “asker millet” tanımının yerini bugün “üreten millet”in alması gibi. Atatürk’ün “Siyasi zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça kalıcı olmaz” sözünü şiar edinmek gerekli, gerisi laf-ü güzaf.
Kısaca, üretim, teknoloji, inovasyon, girişimcilik, özgür düşünce, kaliteli eğitim, stratejik planlamadır. Bunlar kalkınmanın temel taşlarıdır. Bugün üretime yatırım yapanlar kahraman sayılmalı, ama kahramanlık, devlet aklıyla birleşmedikçe sürdürülemez, yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot’tan farkı olmaz. Türkiye, üretim gücünü teknolojiyle, emeğini akılla, sermayesini vizyonla buluşturduğu gün yalnız ekonomisini değil, kaderini de yeniden inşa edebilir. Ancak üreten toplumlar ayakta kalır, üretmeyenler başkalarının pazarı olur. Kalkınmanın şifresi, fabrikada değil zihinde, laboratuvarda, tasarımda ve hayalde başlar.