2015-2025: Paris Anlaşması’nın 10 Yılında Jeopolitik Gerilimler, Uygulama Beklentileri, Politika Seçenekleri – Zeynep İnanç

29 Aralık 2025
11 dk okuma süresi

12 Aralık 2015’te imzalanan Paris Anlaşması’nın 10. yıl değerlendirmesini yapmak, iklim yönetişiminin ve iklim alanındaki uluslararası işbirliğinin ne ölçüde ilerlediğini anlamayı sağlıyor. Zira iklim rejimi açısından Paris Anlaşması, 1970’li yıllardan beri uluslararası planda çevrenin korunması alanında biriken bilgi ve deneyimleri arkasına alarak yeni bir çerçeveye ortaya koydu. Halihazırda iklim yönetişiminin tek uluslararası düzenleme aracına işaret ediyor. Anlaşmanın uzun dönemli temel hedefi, sanayileşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışını 2°C’nin altında (mümkünse 1,5°C seviyesinde) tutmak. Bu hedef, fosil yakıt kullanımının tedricen azaltılmasını ve yenilebilir enerjiye geçişi gerektiriyor. 

10 yıl sonra gelinen noktada Paris Anlaşması ile belirlenen 1,5°C hedefi fiziksel olarak aşıldı ve emisyon azaltımı hedeflerinin gerisinde kalındı. BM Çevre Programı’nın yayınladığı bir raporda mevcut yüzyıl için sıcaklık artışı tahminleri “şu anda 2,3 ile 2,5 derece arasında, mevcut politikalara dayalı tahminler ise 2,8 derece” olarak ifade ediliyor.1 Bununla birlikte Paris Anlaşması, eksiklerine ve yetersizliklerine rağmen siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda ilerleme kaydedilmesini ve küresel ısınmayla ilgili daha kötü sonuçlardan kaçınılmasını sağladı. Uluslararası planda iklim konusunun yönetilmesi ve ulusal alanlarda ortak ve paylaşılan politikalar ve pratikler yaratılması için temel çerçeveyi ve normları ortaya koydu, ortak bir dil geliştirdi ve iklim konusuna meşruiyet kaynağı sağladı.  

Paris Anlaşması 10 yılı geri bırakırken öncelikle altını çizmek gereken konu, iklim ve daha genel bağlamda çevreyle ilgili alanlar, tıpkı diğer alanlar gibi jeopolitik unsurlardan doğrudan etkileniyorlar. 2015 yılında iklim yönetişimiyle ilgili hızlı ve uzun bir mesafe kat edildi. Bunun temel nedeni, uluslararası sistemin dinamiklerinin bu politika alanında işbirliğinin geliştirilmesine ve uluslararası çabaların bütünleştirilmesine elverişli olmasıydı. Anlaşmanın uluslararası iklim yönetişimiyle ilgili önemli bir dönemeç haline gelmesi, uluslararası sistemin o dönemdeki kural temelli özelliği ve aktörler arasındaki kurumsal ilişkiler sayesinde oldu. Farklı şekilde söyleyecek olursak; Paris Anlaşması’nın yapıldığı dönemde uluslararası sistemde kurumsallaşmayı önceleyen ve sistemi normatif işbirliğine oturtmaya çalışan bir yaklaşım bulunuyordu. Hatta bu yaklaşım, romantik unsurlarla gerekçelendiriliyor ve farklı işbirliği seviyelerine (devletler, hükümet dışı kuruluşlar, şirketler, bireyler, vs.) bu sayede nüfuz ediyordu. Bu dönemde, jeopolitik istikrar sağlanması için belirli bir uluslararası uzlaşı sağlanmıştı. Oysa bugün içerisinden geçtiğimiz dönemde uluslararası sistemi şekillendiren temel unsurlar, “güç” ve “çıkar” olarak ortaya çıkıyor. Bunun en önemli göstergeleri ticaret savaşları, bölgesel çatışmalar, iç siyasi kutuplaşmalar, aşırı sağın yükselişi, vb. olarak gösterilebilir. Hal böyle olunca bu karmaşık ve çatışmacı jeopolitik ortamda örneğin uzun vadeli iklim yatırımları için gereken istikrar ortamı sağlanamıyor. Zira kural temelli küresel düzen zayıflarken siyasi ve ekonomik istikrar beklentisi hem ulusal hem de uluslararası düzeylerde gerçekçiliğini yitiriyor. Bunun sonucunda iklim taahhütleri bazı konularda gerçekleşmiyor veya süresiz erteleniyor. 

Bu koşullara rağmen Paris Anlaşması pek çok alanda uluslararası işbirliğinin ve uzlaşının gelişmesine zemin hazırladı. Anlaşmanın ardından önemli ilerleme kaydedilen konuların başında enerji dönüşümü geliyor. Enerji dönüşümü, COP’ta resmi gündemde yer almamasına rağmen en fazla konuşulan konulardan biri oldu. Özel sektör, finans çevreleri, sivil toplum kuruluşları enerji dönüşümünü gündemlerinin en önemli konularından biri haline getirdiler ve bu sayede enerji dönüşümü fiilen sürüyor. Böylece yalnızca devletlerin gündemine bağlı olmaksızın yavaş veya hızlı hareket edilebilen bir uluslararası işbirliği alanı açıldı. Bazı ülkelerin süreci bloke etmeye yönelik çalışmalarına karşın ulusal ve uluslararası çerçevelerde enerji dönüşümüne duyulan ihtiyaç, sürecin ilerlemesini sağlıyor. Böylelikle enerji dönüşümü, uluslararası toplantıların resmi gündem maddeleri arasından sıyrılmayı başardı ve resmi uzlaşı metinlerinde geçmese de belirli bir dinamik kazandı. Piyasa mekanizmaları da bu dinamiği destekliyorlar. Bu nedenle enerji geçişi artık geri dönülemez bir seviyeye ulaştı. Paris Anlaşması’nın içeriğinin yanı sıra yarattığı ortam ve işbirliği dinamiği, bu gayri resmî ve fakat etkili sonucun doğmasında rol oynadı. Şunu da eklemek gerekir ki enerji dönüşümü alanındaki uluslararası işbirliği, iklim yönetişimini çok aktörlü ve çok kanallı bir döneme taşıdı.  

Paris Anlaşması’nın en önemli unsurlarından birine işaret eden fosil yakıtlardan çıkışla ilgili kararsızlık ise devam ediyor. Anlaşmanın hedeflediğinin aksine dezenformasyon süreci ve iklim şüpheci lobiciliğin etkisiyle fosil yakıtlardan çıkışla ilgili kesin ve hızlı bir karar alınamıyor. Daha genel olarak ifade edecek olursak yeşil ekonomi ve ticaret dönüşümüyle ilgili süreci yavaşlatan nedenler var. Ekonomi ve iş dünyasının farklı aktörleri arasında dönüşümün hızına ve yönüne dair farklı yaklaşımlar bulunuyor. Buna ek olarak yenilenebilir enerjinin ve elektrifikasyonun düşük maliyetleri toplumun her kesimine halen yansımış değil. Enerji güvenliği endişeleri sürerken fosil yakıt sübvansiyonları devam ediyor ve temiz teknoloji teşvikleri yetersiz kalıyor. Piyasalar, sanayi ve finans üçgeninde ise bazı kritik anlaşmazlık alanları söz konusu. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, yalnızca ithalatçı olmak istemiyorlar ve yeşil yerli üretimi, istihdamı ve sanayileşmeyi gerçekleştirmeyi talep ediyorlar. Bu noktada kredi imkanlarının yanı sıra know how transferi ve bunların koşulları önem taşıyor. Yüksek risk primleri ve maliyetler yeşil dönüşüm için caydırıcı oluyor. Ayrıca tarifelerdeki uzlaşmazlık hatta ticaret savaşları, Paris Anlaşması çerçevesinde beklenen akışkan yatırımların gerçekleşmesini zorlaştırıyor. İklim geçişinin jeoekonomik rekabet alanı haline gelmesi, emisyon azaltımı hedefini gölgelerken stratejik ve ticari üstünlük hedeflerini ön plana çıkarma riski taşıyor. Ticaret-iklim zorluğunun aşılması yönünde çeşitli çabalar var. Örneğin, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile Dünya Ticaret Örgütü arasında sivil toplum ve akademi ile istişareyi hedefleyen ve iklim ile ticareti bütünleştirmeyi amaçlayan bir forum kuruldu. Buna ek olarak çevre yönetişimine maliye bakanlarının ve merkez bankalarının dahil olması, uyum finansmanının artırılmaya çalışılması, şeffaflık ve finans akışının izlenmesi gibi mütevazi ama önemli komponentler iklim yönetişimine eklendi. 

İklimle ilgili işbirliğinin etkinliğini belirleyecek öncelikli konulardan bir diğeri doğanın kullanımı ve biyoçeşitliliğin korunması. İklim yönetişiminin, biyoçeşitliliğin korunması ve çölleşmenin önlenmesiyle ilgili çok seviyeli yönetişim modelleriyle bir araya gelmesi önem taşıyor. İklim yönetişimi çerçevesindeki azaltım ve uyum politikalarının harekete geçirilmesi ve etkinlik sağlaması için ormanların ve yerli halkların korunmasına ilişkin politikalar ile Ulusal Katkı Beyanlarının ve Ulusal Biyoçeşitlilik Stratejilerinin uyumlulaştırılması gerekiyor. Paris Anlaşması her ne kadar iklim alanını düzenlese de kardeş alanlar olarak biyoçeşitlilik ve arazi kullanımıyla uyumlu, ortak çözümleri temel alan bir çerçeveye ihtiyaç duyuluyor. Bu üç konu-alan arasında güçlü bir karşılıklı etkileşim ve uluslararası uyum sağlanırsa iklim rejimi açısından Paris Anlaşması’nın hedeflerine yakınsamak da kolaylaşabilir. 

Mevcut koşullarda iklim geçişi beklenen hızda olmasa da gerçekleşiyor. Ancak bu geçişin herkes için aynı ölçüde düzenli, eşit ve adaletli olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Adil geçiş mekanizmaları öngörülmüş ve bu mekanizmalara belirli bir işlerlik kazandırılmış olsa da ölçek ve hız beklentiyi karşılamıyor. Zira temiz teknoloji üretimi, insan kaynağı kapasitesi ve kritik mineraller ile ilgili belirgin bir eşitsizlik ve adaletsizlik dikkat çekiyor. Küresel Kuzey, teknoloji, finans ve insan sermayesi avantajına sahipken Küresel Güney- bazıları gerekli kaynaklara sahip olsalar da- işleme, inovasyon ve değer zincirine hâkim değiller ve yalnızca hammadde ihracatçısı olarak konumlanıyorlar. Bu nedenle iklim yönetişimine bağlı dönüşüm, dağınık ve keyfi bir görüntü veriyor. Yüksek karbonlu yoksulluk, düşük karbonlu yoksulluğa dönüşme riski taşıyor ve bu da Paris Anlaşması’nın açtığı fırsat penceresini zorluyor. Artan eşitsizlikler, toplumsal meşruiyeti ve uluslararası işbirliğini zayıflatıyor. 

Uluslararası planda Paris Anlaşması, iklim yönetişiminin referans çerçevesini oluşturmaya devam ediyor. Ancak uygulamanın güçlendirilmesi için yoğun ve derin işbirliği ağlarına gereksinim duyuluyor. İçerisinden geçmekte olduğumuz bu derin siyasi parçalanma dönemi ise güven krizlerini ve çatışmacı ilişkileri beraberinde getiriyor. Bir başka deyişle iklim rejiminin karşılaştığı zorluk, teknik ve ekonomik bir zorluğun ötesinde siyasi bir güven krizinden kaynaklanıyor. Jeopolitik baskılar altında iklim yönetişimini canlı tutmak ve etkinlik kaydetmek kolay görünmese de umut veren bir yol haritası oluşturmak halen mümkün. Bu ortamda iklimle ilgili büyük siyasi projeler ve taahhütler yerine sektör bazlı, gönüllü ve farklı hızlarda işbirliğine dayalı, şeffaf, etkin ve uygulanabilir politika araçlarını harekete geçirmek uygun bir strateji olabilir. Kaydedilen ilerlemelerin raporlanmasıyla niyet beyanının ötesinde iklim işbirliğinde küresel güvenin yeniden inşa edilmesi söz konusu olabilir. 2030 hedeflerine ulaşmak için adil geçiş odaklı yaklaşımları merkeze alan pek çok istikrarlı “güven adacığı” böylelikle oluşturulabilir. Bu sayede iklim geçişine hazır olan iş dünyasını harekete geçirmek ve emisyonların azaltılmasının ötesinde adil geçişi hayata geçirmek de mümkün hale gelir. Paris Anlaşması’nın ortaya çıktığı momentum ile günümüz uluslararası dinamikleri arasındaki belirgin farka rağmen hareketsiz veya geride kalmanın maliyeti, tüm aktörler (devletler, iş dünyası, topluluklar, vb.) için katlanılabilir değil. Dünya’mız için hiç değil…  

Zeynep İnanç

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde eğitimini tamamladıktan sonra doktora çalışmalarına Paris 1 Panthéon-Sorbonne Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi’nde devam etmiştir. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü AB ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Ana Bilim Dalı’nda master yapmıştır. Araştırmacı olarak TEPAV’da, sektörel ve hukuki ataşe olarak Fransa’nın Türkiye Büyükelçiliği’nde çalışmıştır. Ulusal ve uluslararası enstitülerde çeşitli program ve projelerde yer almıştır. İlgi alanları uluslararası işbirliği politikaları, uluslararası çevre politikaları, iklimin jeopolitiği, biyoçeşitliliğin uluslararası planda yönetişimi ve sürdürülebilir kalkınmada sosyal inovasyondur. İnanç, Adım Adım Sıfır Atık Derneği başkanıdır ve TED Üniversitesi’nde ders vermektedir. 

Bu yazıya atıf için: Zeynep İnanç, "2015-2025: Paris Anlaşması’nın 10 Yılında Jeopolitik Gerilimler, Uygulama Beklentileri, Politika Seçenekleri – Zeynep İnanç" Global Panorama, Çevrimiçi Yayın, 29 Aralık 2025, https://www.globalpanorama.org/2025/12/2015-2025-paris-anlasmasinin-10-yilinda-jeopolitik-gerilimler-uygulama-beklentileri-politika-secenekleri-zeynep-inanc/

Bülten Aboneliği

Sosyal Medyada Paylaşın

PDF Kaydedin / Çıktı Alın

Copyright @ 2025 Global Academy. Design & Development brain.work

Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına / yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.

Bülten Aboneliği

Güncellemelerden haberdar olmak için bültenimize abone olun.