Amerika Birleşik Devletleri’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) belgeleri, her yönetimin ülkenin dış politika önceliklerini, tehdit algılarını ve güç kullanımına ilişkin yaklaşımını bütüncül bir çerçeve içinde tanımlayan temel yönlendirici belgedir. Panorama Soruyor bu ay, Trump yönetiminin yeni açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi 2025 belgesinin ortaya koyduğu vizyonu değerlendiriyor.
Aşağıdaki soruların rehberliğinde, Ali Murat Kurşun, Emre Erdoğan, Evren Çelik Wiltse, Füsun Türkmen, Hüseyin Korkmaz, Kaan Kutlu Ataç, Mehmet Çağatay Abuşoğlu ve Sinem Ünaldılar’a bu konudaki görüşlerini paylaşmalarını rica ettik. Belgenin güvenlik tanımını nasıl yorumladığının, önceki dönemlerden hangi noktalarda ayrıştığının, ABD’nin önümüzdeki döneme dair stratejik yönelimlerini nasıl şekillendirebileceğinin ve bu gelişmelerin Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkileyebileceğinin farklı perspektiflerden incelendiği bu çalışma ile hem bu belgenin politika yapım süreçlerindeki işlevine, hem de bölgesel ve küresel yansımalarına dair derinlikli bir çerçeve sunmayı hedefledik. Görüşlerini bizimle paylaşan uzmanlarımıza Global Panorama’ya yaptıkları değerli katkılar için teşekkür eder, sizlere keyifli okumalar dileriz.
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde en belirgin değişiklik ne? Belgeyi önceki stratejilerden ayıran temel yaklaşım, öncelikler nelerdir ve genel vizyon açısından hangi yenilikleri görüyoruz?
Belge ABD’nin küresel liderlik ve ideolojik misyon anlayışı hakkında neler söylüyor? “Önce Amerika” ve “güç yoluyla barış” gibi sloganlar çerçevesinde ABD’nin normatif ve değer temelli iddialarını nasıl anlamalıyız?
Ekonomik rekabet ve teknolojik üstünlük açısından ABD nasıl bir strateji benimsiyor?
ABD’nin Çin, Asya-Pasifik ve Avrupa ile ilişkileri nasıl çerçeveleniyor? Çin’in tehdit algılanışı, Asya-Pasifik önceliği ve Avrupa’nın tepkileri bağlamında Washington’ın bölgesel yaklaşımlarını nasıl okumalıyız?
ABD’nin Orta Doğu’daki konumu nasıl değerlendirilmeliyiz? İran, İsrail, Suriye ve genel Orta Doğu politikası belgede nasıl şekilleniyor?
Bu strateji belgesi Türkiye için ne ifade ediyor? Türkiye açısından ortaya çıkan riskler, fırsatlar ve ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımında öne çıkan başlıklar nelerdir?
*. *. *
Dr. Öğr. Üyesi Ali Murat Kurşun, Marmara Üniversitesi
Fabrika Ayarlarına Dönüş
Washington’ın yeni doktrin olarak sunduğu bu otonom, işlemci ve değer dayatmayan yaklaşım, aslında Türk dış politikasının son yıllarda izlediği ve Batı tarafından eleştirilen benzer stratejinin küresel bir teyididir.
4 Aralık’ta Donald Trump tarafından yayınlanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni incelediğimde, bunun Washington bürokrasisinin rutin bir raporu olmanın ötesinde, Amerikan dış politikasının “fabrika ayarlarına” döndürüldüğü küresel bir manifesto olduğu kanısındayım. Belge, Trump’ı iddialı bir “Barış Başkanı” sıfatıyla selamlarken, ABD’yi geleneksel “realist” veya “idealist” kalıpların ötesine taşıyan, bana göre tamamen “sonuç odaklı” ve “ideolojisiz” yeni bir güç odağı olarak tanımlıyor. Öyle görünüyor ki Trump yönetimi, Soğuk Savaş sonrasının o meşhur “liberal rüyasından” uyanmış durumda. Hatta bu uyanış, Amitav Acharya gibi isimlerin zaman zaman işaret ettiği “Monroe Doktrini’nin geri dönüşü” tezini de doğruluyor.
Belgede, önceki dönemlerin stratejilerinin “dilek listeleri” ve “belirsiz basmakalıp sözler” olarak aşağılanması, bence neoliberal kurumsalcı yaklaşımın Washington’da artık kabul görmediğinin açık bir kanıtıdır. ABD’nin artık diğer uluslara “demokratik veya sosyal değişim dayatmayacağını” açıkça beyan etmesi, “değer ihracı”nın terk edildiğini ve ilişkilerin tamamen “Önce Amerika” mottosuyla, ideolojisiz ve sadece “işe yarayan” araçlar üzerinden yürütüleceğini gösteriyor.
Ekonomik cephede ise durum daha da çarpıcı. Strateji belgesinin, “ekonomik güvenliği” ulusal güvenliğin temeli sayarak, korumacı ve neredeyse devletçi denilebilecek bir ekonomi modeline işaret edildiğini belgelediğini düşünüyorum. Temel hedefin “yeniden sanayileşme” ve “Net Sıfır” ideolojilerini reddederek “Enerji Hakimiyeti” kurmak olması, ABD’nin küresel serbest piyasa savunuculuğundan vazgeçip kendi kalelerini tahkim etmeye odaklandığını kanıtlıyor. ABD, tedarik zincirlerini güvenceye almayı ve teknolojik üstünlüğü korumayı, bence artık askeri caydırıcılık kadar hayati bir beka meselesi olarak kodluyor.
Washington’ın bölgesel bakış açılarındaki değişim de en az ekonomik vizyon kadar radikal. Çin ile ilişkiler, “karşılıklılık” esaslı bir ekonomik dengeleme ve askeri caydırıcılık üzerinden kurgulanırken; Avrupa ile ilişkilerde bana kalırsa tarihi bir hesaplaşma yaşanıyor. Belgenin, tarihi müttefiki Avrupa’yı “medeniyet silinmesi” tehlikesiyle yüzleşmeye çağırması ve kıtayı “düzenleyici boğulma”dan kurtulmaya davet etmesi, Transatlantik ilişkilerde “değer ortaklığı” devrinin kapandığını gösteriyor. Bir strateji belgesinde, hele ki ABD menşeli bir metinde “medeniyet silinmesi” gibi cesur bir kavramla karşılaşmak, ilgi çekici. Bu dil, sadece bir strateji değişikliğini değil, Avrupa ile ilgili Washington’daki zihinsel fay hattının ne kadar derinden kırıldığını gösteriyor. Ayrıca NATO müttefiklerine GSYH’lerinin yüzde 5’ini savunmaya ayırmaları (Lahey Taahhüdü) dayatılarak, Avrupa’nın stratejik bağımlılığına son verilmesinin hedeflendiği çok açık.
Orta Doğu’da ise ABD’nin “ulus inşası” ile vakit kaybettiği günlerin sona erdiğini işaret eden belge, odağı İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmeye ve bölgeyi bir “yatırım ve ortaklık” alanına dönüştürmeye kaydırıyor. İran’a karşı “Gece Yarısı Çekici Operasyonu” gibi sert askeri hamleler meşrulaştırılırken, önceliğin İsrail’in güvenliği ve Hamas’ın destekçilerinin zayıflatılması olarak korunması, Washington’ın bölgeye artık sadece “güvenlik ve ticaret” perspektifinden baktığını gösteriyor.
Türkiye’nin pozisyonunu konuşacak olursak, Washington’ın “yeni doktrin” olarak sunduğu bu otonom, işlemci ve değer dayatmayan yaklaşım, aslında Türk dış politikasının son yıllarda izlediği ve Batı tarafından eleştirilen benzer stratejinin küresel bir teyididir. Yıllarca Batı başkentlerinde eksen kayması suçlamalarına maruz kalan Türk dış politikası stratejisinin, bugün bizzat o suçlamayı yöneltenlerin resmi doktrini haline gelmesini, tarihin bize oynadığı manidar bir cilve olarak not ediyorum. Bence ABD’nin “ideolojik bagajlarını” boşaltıp ilişkilere “neyin işe yaradığı” perspektifinden bakması, Türkiye ile ABD arasında tıkanan kanalların somut çıkarlar zemininde yeniden açılmasına olanak tanıyacaktır ki son dönemde gördüğümüz durum da budur. Türkiye, bu belgedeki “yeni realizmi” Washington’dan da önce okuyan bir küresel trend belirleyici olarak, ABD’nin sonuç odaklı masasında eşit bir müzakereci olma fırsatına sahiptir.
*. *. *
Prof. Dr. Emre Erdoğan, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Atlas Yükü Bırakırken: 2025 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi Üzerine Bir Analiz
Bu yalnızca bir strateji belgesi değil; ABD’nin dünyadaki rolünü, iç siyasal kimliğini ve ittifak ilişkilerini yeniden tanımlayan güçlü bir politik anlatı. ABD artık Atlas değil; sahnenin yönetmeni. Ancak bu yönetmenin sahnelemeyi planladığı oyun Türkiye gibi orta güçler için yeni fırsatlar ve ciddi riskler barındırıyor
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) belgesinin hızlı bir okuması bile Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politikasında birikmiş tartışmaların yeni bir ideolojik çerçeve içinde yeniden kurgulandığını gösteriyor. Metin hem içerdiği politika iddiaları hem de kullandığı anlatı dili bakımından, ABD’nin yirmi yıldır kendisini tanımladığı liberal enternasyonalist pozisyondan belirgin bir uzaklaşmayı ima etmekte. Bu çerçevede, belgeyi yalnızca stratejik önceliklerin listesi olarak değil, ABD’nin kendisini ve dünyayı nasıl gördüğünü şekillendiren bir anlatı metni olarak da okumak gerekiyor.
Bahis konusu stratejinin merkezindeki en sert kırılma, ABD’nin artık küresel düzeni sırtında taşıyan bir “Atlas” olmadığı, bunun yerine yükü müttefiklere devreden bir “ağ kurucu” rolüne geçtiği iddiası… Bu dönüşümün temelinde geçmişin “küreselciliği”nin kaynakları tükettiği ve egemenliği zayıflattığı iddiası yatıyor. Belgeye bakarsak, Soğuk Savaş sonrası liberal düzen bir “seçkinler başarısızlığı” olmaktan öteye geçemiyor; Trump’ın ikinci dönemiyse bu hatalı gidişattan “tarihi bir stratejik düzeltme” olarak anlatılmakta. Bu çerçeve, yalnızca politika tercihini değil, aynı zamanda bir kriz–çöküş–yeniden doğuş öyküsünü kuruyor ve strateji belgesi bir tür siyasi meşruiyet aracına dönüşüyor.
Hayli yüklü ideolojik misyonu açısından metin, ABD’nin “demokrasi ihracı” iddiasını büyük ölçüde terk ederek Önce Amerika çizgisinin pragmatik, çıkar odaklı yorumuna yöneliyor. Çok taraflı kurumlar, “egemenliği aşındıran” yapılar olarak tanımlanırken, Esnek Realizm olarak adlandırılan yaklaşıma vurgu yapıldığını görüyoruz. Bu yaklaşım, değer dayatmaktan çok durumsal ve seçici müdahalelere meşruiyet sağlıyor. Aynı çerçevede, “güç yoluyla barış” sloganı da barışı uluslararası normlar ve kurumlarla değil, askeri ve ekonomik caydırıcılıkla ilişkilendiriyor. Söylem analizinde bu çerçevenin, güçlü liderlik<–>zayıf kurumlar karşıtlığına dayanan ve Trump’ı “düzeni sağlayan tekil aktör” olarak konumlandıran bir politik kimlik inşası ürettiği görülüyor.
Belgenin ekonomi bölümü, stratejinin ideolojik merkezini oluşturuyor. Ekonomik güvenlik, ulusal güvenliğin kendisi olarak tanımlanırken; serbest ticaret ortodoksisi reddediliyor, tarifeler, yeniden sanayileşme ve Çin’den stratejik kopuş temel sütunlar haline geliyor. Enerji politikası ise iklim değişikliği kaygılarını geri plana itiyor; nükleer ve fosil yakıt temelli bir “enerji hakimiyeti” hedefleniyor. Söylem düzeyinde bu bölüm, “acı çeken Amerikan işçisi”, “elitler tarafından aldatılmış orta sınıf” ve “yırtıcı Çin ekonomisi” gibi güçlü karakterlerle örülmüş bir tür ekonomik milliyetçilik anlatısı kurguluyor.
Bölgesel çerçevede Çin, yalnızca askeri rakip değil, aynı zamanda “ekonomik bir yırtıcı” olarak kodlanıyor. Güney Amerika’da Monroe Doktrini’ne yeniden referans verilmesi, ABD’nin bölgesel hegemonya alanını “yeniden temizleme” iddiasını güçlendiriyor. Avrupa, “medeniyetçi özgüvenini yitirmiş” bir kıta olarak tanımlanırken, NATO müttefiklerine yönelik yük paylaşımından yük devrine evrilen bir talep ortaya konmakta. Bu dil, yalnızca politika talebi olmakla kalmıyor, yaşananları aynı zamanda bir uygarlık krizi olarak kurguluyor.
Orta Doğu ise “önceliği azaltılmış ama istikrara kavuşturulması gereken” bir dosya olarak ele alınıyor. İran, “baş istikrarsızlaştırıcı” olarak tanımlanırken, ABD’nin doğrudan müdahaleden uzaklaşıp bölgesel aktörleri sahneye sürdüğü bir model öne çıkıyor.
Metinde çizilen bu geniş çerçeve Türkiye açısından anlamı hem fırsat hem de riskler içeriyor. ABD’nin normatif baskıyı geri çekmesi, ikili ilişkilerin daha pragmatik ve daha az çatışmalı bir zemine oturmasını mümkün kılabilir. Orta Doğu’da yük devri, Ankara’nın Suriye çevresinde daha fazla manevra alanı elde etmesine kapı açabilir. ABD’nin tedarik zincirlerini çeşitlendirme hedefi ise savunma ve sanayi iş birliklerinde yeni kanallar yaratabilir. Ancak aynı belge, NATO içinde keskin savunma harcaması taleplerini dayatıyor; bu da Türkiye’nin kırılgan bütçesi üzerinde ciddi baskı yaratabilecek bir tehdit oluşturuyor. Ekonomik korumacılık ve tarifeler, ihracat odaklı büyüme modelinin kırılganlıklarını artırabilir. Çin ile rekabet bağlamında ABD’nin talep ettiği hizalanma ise Türkiye’nin dış politika esnekliğini zayıflatabilir.
Politika anlatısı açısından strateji metni, kriz–çöküş–kurtuluş şemasına oturan klasik bir popülist ulusal güvenlik söylemi kuruyor. Kahraman Trump, mağdur Amerikan işçisi, yırtıcı Çin, zayıf Avrupa, aşırı güçlü ama etkisiz kurumlar, istila metaforlarıyla anlatılan göç; hepsi belirli bir ideolojik çerçevenin dramatik öğeleri olarak işlev taşıyor. Metinde eksik olanlar ise şeytanlaştırılan göçün yapısal nedenleri, iklim bilimi, çok taraflı iş birliğinin getirileri ve insan hakları boyutu gibi kritik perspektifler. Bu boşluklar, stratejiyi hem içeride hem dışarıda kutuplaştırıcı bir metne dönüştürüyor.
Böyle bakarsak, 2025 NSS yalnızca bir strateji belgesi olmadığını; ABD’nin dünyadaki rolünü, kendi iç siyasal kimliğini ve gelecekteki ittifak ilişkilerini yeniden tanımlayan güçlü bir politik anlatı olduğunu görüyoruz. ABD artık Atlas değil; sahnenin yönetmeni. Ancak bu yönetmenin sahnelemeyi planladığı oyun Türkiye gibi orta güçler için hem yeni fırsatlar hem de hesaplanması gereken ciddi riskler barındırıyor. Türkiye’nin bu oyunda nerede duracağı, yalnızca Washington’ın taleplerine değil, Ankara’nın “yapabilirliklerine” yani kendi stratejik kapasitesine ve esnekliğine bağlı olacak.
*. *. *
Prof. Dr. Evren Çelik Wiltse, South Dakota Eyalet Üniversitesi
Yerleşik Dış Politika Doktrinlerinden Kopuş
2025 belgesindeki söylem, yaklaşık 35 yıllık dış politika doktrinlerini parti farkı gözetmeksizin ‘anti-Amerikan’ diye yaftalayarak adeta çöpe atıyor! İkinci Trump döneminin dış politikada süreklilik teamülüne itibar etmediğini gösteriyor
ABD Başkanı Trump tarafından Kasım 2025 tarihinde yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, her başkanın yasal olarak Kongre ile paylaşması gereken resmi bir belge. Bu belgenin ilk muhatabı ABD Kongresi, sonra savunma bakanlığı ve ordu gibi diğer savunma bürokrasisi. ABD’deki Başkanlık sisteminde dış politika yetkisi anayasa gereği yürütme ve yasama organları arasında paylaştırılmış. Ancak gündelik yürütmeden başkan sorumlu iken, genel dış politika doktrini, bütçesi, bakanlık ve büyükelçilik gibi önemli atamalarda kongre de tam yetkili. İşte bu nedenle Başkan göreve geldiğinde dış politika hedeflerini ilan eder, sonrasında da bu hedeflerin gerçekleşip gerçekleşmediğinde Kongre tarafından sorumlu tutulur.
Bu yıl ilan edilen belgenin ilk sayfasında, henüz birinci yılı dolmadan Başkan Trump’ın pek çok konuda kendisini muzaffer ilan ettiğini görüyoruz. Bunlar arasında Gazze’deki rehine krizine son verilmesi belki de en fazla yol katedilen konu. Ancak her ikisi de nükleer güç olan Pakistan ve Hindistan arasındaki sıcak çatışmanın nasıl Trump aracılığıyla önlenebildiği, ya da halen NATO askerlerinin bilfiil bulunduğu Kosova’da Sırbistan ile olası bir çatışmanın nasıl önlendiği hususları, uzmanların abartılı buldukları örnekler.
Sonrasında metin, Soğuk Savaş sonrası ABD dış politika yapıcılarını parti fark etmeksizin yerden yere vuruyor. ‘Elitler de çok yanlış yol çizdi, ulusal çıkarlarımızla alakasız her türlü küresel gaileyi sırtlandılar, müttefiklerimiz de elini taşın altına koymadı, faturayı hep bize yıktı!’ minvalinde bir yaklaşım var. Burada tipik popülist söylem örneğini görüyoruz: Cumhuriyetçi veya Demokrat fark etmeksizin bu ‘küreselci elitler’ kocaman bir idari-askeri-diplomatik-istihbarat-dış yardım heyulası inşa edip bunun maliyetini de Amerikan ‘halkının’ omuzlarına yüklemiş. Hatta bu elitler o kadar ‘anti-Amerikan’ ki, ulus devlet egemenliğini de bilfiil yok etmeye, milletin gücünü, zenginliğini ve onurunu, kısacası ulusal karakterini de çökertmeye çalışmışlar! Nitekim metnin tamamında da basit, kutuplaştırma amaçlı küreselci elite karşı vatanperver halk söylemi hâkim.
1990’larda, Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren ABD başkanlarını hatırlarsak, baba ve oğul Bush Cumhuriyetçi, ikişer dönem seçilen Clinton ve Obama Demokrat başkanlardı. Sonrasında birer dönem Trump ve Biden ile bugüne ulaşıyoruz. 2025 belgesindeki söylem, yaklaşık 35 yıllık bu süreçteki tüm dış politika doktrinlerini parti farkı gözetmeksizin ‘anti-Amerikan’ diye yaftalayarak adeta çöpe atıyor! Bu bakış açısı ikinci Trump döneminin dış politikada süreklilik teamülüne asla itibar etmediğini, kendi partisi ile bile köprüleri attığını gösteriyor.
Soğuk Savaş sonrası birbirlerini ne kadar sert eleştirmiş de olsalar, ABD başkanları dış politika söz konusu olduğunda kendilerinden önce yapılan her şeyi tarumar etmez, gerek anlaşmaları gerekse kilit personeli yerinde tutardı. Nitekim Clinton, partisinin tüm itirazlarına karşın George H. W. Bush’tan devraldığı NAFTA sürecini imzalayıp yürürlüğe koymuştu. Keza, Obama, Irak konusunda yerden yere vurduğu G. W. Bush’un savunma bakanı ile bir yıldan fazla çalışmaya devam etmiş, kabinesinde en kilit konumlardan birini önceki rakip dönemin bakanına vermişti. Ancak bu tarz bir sürekliliği, meritokratik, teknokrat ve partizan olmayan bir ekiple dış politika yapma tarzını ikinci Trump döneminde kesinlikle görmüyoruz. Bilakis, bu dönemde ne kadar partizansanız, ne kadar az nitelikliyseniz o kadar makbul!
2025 hemen her açıdan dış politika doktrinlerini tepe takla etme niyetinde. Yaklaşık 200 yıllık Monroe doktrinini unutulup gömüldüğü yerden dirilterek yeniden Latin Amerika’ya dayatmaya çalışıyor. Ulusal egemenlikten dem vururken Latin Amerika’ya askeri yığınak yapıp rejim değişikliği amaçlı müdahale hevesi şüphesiz bölgede büyük sorunlara gebe. Avrupa ve diğer NATO müttefikleri için kullanılan dil son derece aşağılayıcı. Alenen ırkçı ve ilkel bir medeniyet anlayışı ile göçmenler her yerde düşmanlaştırılıyor, cinsiyet eşitliği talepleri ‘radikal ideoloji’ denerek gayri meşru sayılıyor. Metindeki siyaset anlayışı ya aşırı militarist, ya da siyaseti sadece ekonomik zenginliğe tahvil ederek meşrulaştıran bir kasaba esnafı düzeyinde. ABD’nin 250 yıllık kurumsal yapısının bu nitelikteki bir yürütme erki karşısında denge ve denetleme işlevlerini sürdürüp sürdüremeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
*. *. *
Prof. Dr. Füsun Türkmen, Global İlişkiler Forumu, Istanbul Bosphorus Enstitüsü, Notre Dame de Sion Lisesi Eğitim Vakfı
ABD’nin Hür Dünya Liderliğinden İstifa Belgesi
Trump’ın “Her şeyden önce Amerika” ideolojisinin doğrudan yansıması olarak dünyayla ilişkilere sadece ABD’nin güvenliği ve bilhassa ekonomik bekası ekseninden bakılmakta ve ikinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin şekillendirdiği ve önderlik ettiği kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okunmaktadır
ABD Başkanlığının Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, 2002’den beri düzenli olarak Beyaz Saray tarafından her dört yılda bir yayınlanmaktadır. Yönetimin dış politika hedeflerinin iç kamuoyuna, Kongreye ve dış dünyaya duyurulmasını sağlar. Şimdiye kadar Bush, Obama ve Biden dönemlerinde yayınlanan belgelerde, uluslararası terörle mücadele, çevre ve sağlık gibi küresel politikalar, evrensel değerler ve kurallara dayalı uluslararası düzen ile demokrasiye desteğin sürdürülmesi, ve başta NATO olmak üzere taraf olunan ittifaklara destek öne çıkmıştır. Kısacası, ABD uluslararası ve küresel sorumluluklar üstlenen lider konumunu korumuştur.
2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, ilk işaretleri birinci Trump döneminin 2017 belgesinde belirmiş olmakla birlikte tüm öncekilere kıyasla büyük bir sapma. Trump’ın “Her şeyden önce Amerika” (America First) ideolojisinin doğrudan yansıması olarak tüm dünyayla ilişkilere sadece ABD’nin güvenliği ve bilhassa ekonomik bekası ekseninden bakılmakta, küresel sorunlar bir kalemde silinmekte, ve ikinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin şekillendirdiği ve önderlik ettiği kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okunmaktadır. Bölgesel güvenlik önceliği ise göçmen ve uyuşturucu kaynağı olarak görülen Latin Amerika’ya kaydırılmaktadır. Bunlarla birlikte, belge bir takım çelişkiler içermektedir: bir yandan “küresel lider”likten çekilme iradesi, öbür yandan birçok bölgede söz sahibi olma iddiası; bir yandan ulusal egemenliğin vurgulanması, öbür yandan bunun sadece bazıları için geçerli olması gibi.
Bu belge, ABD’nin hür dünyanın liderliğinden istifa belgesidir. Wilson döneminden beri Amerikan dış politikasının -eylemlerindeki seçicilik ve çelişkilere rağmen- söylem düzeyinde her zaman mevcut olan evrensel değerler, demokrasi ve bireysel haklar savunuculuğu terk edilmekte, yerini salt ulusal çıkar hedefi almaktadır. Diğer devletlerin rejim ve uygulamalarını olduğu gibi kabul etme kararı, çıkarlar uğruna demokratik standartlardan vazgeçilebileceği anlamına gelmekte ve dolayısıyla otoritarizmden doğabilecek ihlâller peşinen hoş görülmektedir. Barış savunuculuğunun temelinde ise, insanlık için barıştan çok, ekonomik bekayı sağlamak amaçlı barış arayışı yatmaktadır. Kısacası “silahlar sussun da ticaret yapalım” denmektedir.
Ekonomik ve teknolojik üstünlük ABD’nin birincil hedefi olarak benimsenmekte, ekonomik güvenliği sağlamak amacıyla dengeli ticaret, tedarik zincirlerine ve kritik önemdeki minerallere erişim, yeniden sanayileşme, savunma sanayiinin güçlendirilmesi, petrol, doğal gaz, kömür ve nükleer enerji üretiminde Amerikan üstünlüğünün yeniden sağlanması, ve bunun uğruna iklim değişikliği “ideolojisinin” külliyen reddi, ABD’nin finansal piyasalardaki liderliğinin sürdürülmesi öngörülmektedir. Refah, rekabette öncelik ve askerî üstünlüğün sağlanması amacıyla ileri teknoloji ve temel bilimlere yatırımlar en üst seviyeye çıkarılarak yapay zekâ, biyoteknoloji, ve kuantum bilişim alanlarında liderliğin sürdürülmesi hedeflenmektedir.
Belgenin bölgelere ayrılan kısmında iki temel nokta göze çarpmaktadır: ABD için Batı yarımkürenin önceliği -yani 1823 Monroe Doktrini uyarınca Orta ve Latin Amerika’nın yeniden tek hakimi olma niyeti- ve Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle eleştirilmesinden kaçınılması. Hedefin sadece Rusya ile stratejik dengeyi ve ekonomik alışverişi sağlamak için bir an önce savaşın bitirilmesi olduğu ifade edilmektedir. Çin ile ilgili olarak ise sadece ekonomik ve teknolojik rekabet söz konusu edilmekte, Tayvan’a ve Güney Çin Denizi’ne yönelik güvenlik tehditlerine genel terimlerle değinilmekte, Asya-Pasifik bölgesinin güvenlik ve refahının ABD’nin Japonya, Güney Kore, Avustralya gibi bölge güçleriyle işbirliğinden geçtiği belirtilmekte ve bu güçlerin bölgesel savunma yükünü paylaşmalarının şart olduğu vurgulanmaktadır. Avrupa ile ilgili yeni bir yaklaşım sergilenmekte ve ABD için her bakımdan önemli olan Avrupa’da ulusların -göçmenler ve AB politikaları dolayısıyla- kimliklerini kaybetmeleri tehlikesine karşı, bu kıtadaki milliyetçi ve egemenlikçi oluşumların destekleneceği belirtilmektedir. Diğer bir deyişle, Trump yönetimi Avrupa’da aşırı sağcı partilerin iktidara gelmesi yönünde çalışacağını ilan etmektedir. Washington, tüm bu bölgelerde çatışma yerine ticarete öncelik vermekte ve güvenlik politikalarının her şeyden önce bu amaçla uygulanması gerektiğini savunmaktadır.
ABD, Irak savaşı sonrasında Obama döneminden bu yana sürdürülen Orta Doğu’dan çekilme stratejisini sürdürmeye kararlı görünmektedir. Orta Doğu’da tek temel önceliği ve kırmızı çizgisi tüm Amerikan yönetimlerinde olduğu gibi İsrail’in güvenliğidir. İran’ı zaten son harekâttan beri saf dışı saymakta, ve Suriye’de yeni yönetimin yerleşip şekillenmesinde bölgesel güçlerin oynayacağı role yeşil ışık yakmaktadır. ABD açısından Orta Doğu, Soğuk Savaşın bitiminden beri büyük güçlerin rekabet sahası olmaktan çıktığı gibi, Obama döneminde başlayan ve Trump tarafından daha da güçlendirilmekte olan öncelikli enerji politikasıyla artık bugün bölgenin enerji kaynaklarına olan ihtiyacı yüzde 90’lar oranında azalmıştır. Bundan sonra Orta Doğu, barışın büyük ölçüde tesis edildiği ve güvenlik sorumluluklarının bölgesel güçlere devredildiği bir uluslararası yatırım bölgesi olarak görülmektedir.
Bu strateji, Türkiye’nin ABD tarafından Orta Doğu’da etkin bir güç olarak kabul edilmesi sonucunda, kendi bölgesel güvenlik önceliklerini tanımlama ve uygulamasını kolaylaştıracaktır. Nitekim Başkan Trump, Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi açıklanmadan çok önce Türkiye’yi Suriye’nin kazananı olarak tanımlamıştı. Lakin coğrafyamızda riskler her daim mevcuttur. Türkiye’nin dikkat etmesi gereken husus, iç çatışmalara sürüklenmeden bölgesel bir denge unsuru ve hakem konumunu korumak olmalıdır. Bunun bir şartı, savunma sanayiindeki atılımın devamından geçmekte olup, belgede ABD’nin müttefiklerinin bu alandaki girişimlerine destek vereceği ifadesi olumlu bir faktördür.
*. *. *
Trump Doktrini: ‘Ulusların Önceliği’ ve ABD’nin ‘Düşük Yoğunluklu Hegemonya’ Arayışı – Dr. Hüseyin Korkmaz
2017’de Çin ve Rusya’yı revizyonist güçler olarak tanımlayan, 2022’de Çin’i jeopolitik bir zorluk olarak tanımlayan ABD, son belgede meseleyi daha çok ticari dengesizlik ve jeopolitik problemler üzerinden okuyor
ABD tarafından yayınlanan son ulusal güvenlik ve strateji belgesini, Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politikasını domine eden “uluslararası liberal hegemonya” yaklaşımının terk edilmesi şeklinde okuyabiliriz. Bu belgeyi aynı zamanda ABD’nin küresel yükümlülüklerinden “stratejik çerçevede geri çekilmesi” (retrenchment) şeklinde değerlendirmek de mümkün. Belge öncelikle Başkan Trump döneminin siyasi yaklaşımını (bkz. MAGA) bütüncül bir doktrine dönüştürmeye çabalıyor.
Monroe Doktrinini örnek alan ve bunu makul bir şekilde güncellediğini iddia eden yeni yaklaşım, Soğuk Savaş sonrası ortaya konulan ABD ulusal güvenlik stratejilerine meydan okuyor. Belge; ABD’nin ulusal çıkarlarını daraltan ve onları “esnek realizm” temelinde yeniden tanımlayan, yükü müttefikler ile paylaşan bir omurgaya sahip. ABD’nin bugüne kadarki yaklaşımını “küreselcilik, serbest ticaret ve sonsuz yük paylaşımı” nedeniyle açıkça itham eden belge, ABD’nin temel vizyonunu küresel düzen inşasından çekip sınırları kapatma, sanayiyi geri getirme ve Batı Yarımküreyi yeniden tahkim etme eksenine oturtuyor. Özetle ABD bundan sonrası için düşük yoğunluklu bir küresel hegemonya hedefliyor. Belge ayrıca ulusların öncelikli olduğunu net bir şekilde ifade ederek uluslararası sistemdeki temel siyasi birimin ulus-devlet olduğunu ve öyle kalacağını da vurguluyor.
Öncelikle şunu net olarak tespit etmemiz gerekir ki ABD bu belge ile demokrasi ihracı ve ulus inşası (nation-building) misyonunu reddediyor. “Esnek Realizm” kavramı altında Washington, artık muhatap olduğu ülkelerin iç siyasi yapılarıyla değil, ABD’nin temel çıkarları açısından ne kadar işlevsel oldukları ile ilgileniyor. Belgede ABD’nin küresel liderliği ile ilgili ülkelerin önünde şu problemin olduğu belirtiliyor: “Bağımsız uluslardan oluşan Amerikan liderliğindeki bir dünya mı, yoksa dünyanın diğer ucundaki yabancı güçler tarafından yönlendirilen bir dünya mı?”
ABD’nin özellikle Batı Yarımkürede üstün olması gerekliliği belgenin birkaç yerinde vurgulanmış. ‘Güç yoluyla barış’ klasik caydırıcılığın ötesinde Amerikan askeri, ekonomik ve teknolojik üstünlüğünün tartışmasız olması ve bu sayede büyük savaşların önlenmesi anlamına geliyor. Tabi ABD’nin barış inşa eden müzakereci yaklaşımına da atıf var. Bu bağlamda Trump’ın kotardığı barış anlaşmaları örnek olarak veriliyor. Ancak ne kadar ikna edici tartışılır. Belgede ‘Önce Amerika’ söylemi bir slogandan çok doktrinel bir çerçeveye dönüşmüş durumda. Küresel liderlikten ziyade daha çok kendi ulusal çıkarlarına odaklanan daraltılmış ve belirsiz bir küresel vizyon söz konusu.
Belge ekonomik çerçevede korumacı bir model öneriyor. Yeniden sanayileşme, tedarik zincirlerinin “yurda taşınması” gibi kavramlar ön planda. ABD önce kendi sanayi tabanını yeniden inşa etmeyi, ticaret açıklarını azaltmayı ve “yırtıcı” gördüğü devlet destekli rakiplere (Çin) karşı tarifeler ve yaptırımlar yoluyla cevap vermeyi öngörüyor. Teknolojik üstünlükte odak; yapay zeka, kuantum, otonom teknolojisi gibi alanlarda ABD norm ve standartlarının küresel kural koyucu olması. Diğer yandan enerji ve teknoloji alanında da üstünlüğün mutlak şekilde sağlanması hedefleniyor.
2017 yılında (yine Trump döneminde) Çin ve Rusya’yı revizyonist güçler olarak tanımlayan, 2022 yılında Çin’i uluslararası sistemi değiştirebilecek niyet ve kapasiteye sahip jeopolitik bir zorluk olarak tanımlayan ABD, 2025 tarihli son belgede ise bu tonu düşürerek meseleyi daha çok ticari dengesizlik ve jeopolitik problemler üzerinden okuyor. Çin’in sisteme entegrasyonunu bekleyen ve yanıldığını iddia ettiği eski politikaları eleştiren metin, Pekin’in düşük gelirli ülkeler üzerinden ihracata devam ettiğine ve bu avantajını ABD’ye karşı stratejik anlamda kullandığına dikkat çekiyor.
Belgede temel hedefin Çin ile yakalanacak ekonomik bir denge olduğu belirtiliyor. Hatta Pekin ile karşılıklı fayda sağlayacak bir ekonomik ilişki yakalanması halinde ABD ekonomisinin 2030’lu yıllarda 40 trilyon dolara çıkacağı iddiası bile söz konusu. Hint-Pasifik için “ekonomik geleceği kazan, askeri çatışmayı önle” formülü benimsenirken, Tayvan konusunda askeri caydırıcılık esas alınıyor. Ancak bu noktada Japonya ve Güney Kore gibi müttefiklerden daha fazla harcama ve sorumluluk talep ediliyor. Belgeye ABD ve Çin arasında kısa süre önce Güney Kore’nin Busan şehrinde gerçekleşen liderler zirvesinin gölgesi düşmüş gibi görünüyor. Busan Mutabakatı ile sağlanan taktiksel ateşkes ortamı, konjonktürel olarak Çin ile daha kontrollü ve düşük yoğunluklu bir rekabetin tercih edildiğine işaret ediyor.
Avrupa ile ilgili tespitler ise oldukça sert ve karamsar. Kıtanın GSYİH payındaki düşüş AB düzenlemelerine bağlanırken, Avrupa medeniyetinin özgüvenini yitirdiği ve silinme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu savunuluyor. Ukrayna savaşının bitmesi ve Rusya ile stratejik istikrarın sağlanması, ABD’nin öncelikli çıkarı olarak vurgulanıyor. NATO’nun genişleme perspektifine itiraz edilen belgede, Avrupa’nın güvenliğini ABD’ye devretme eğilimi eleştiri konusu. Washington, Ukrayna savaşının bitirilmesini ve Transatlantik ittifakın Çin odağında tahkim edilerek, Avrupa’nın daha etkin bir aktör haline gelmesini arzuluyor.
ABD’nin yeni Orta Doğu politikası ise yükü paylaştırıp barışı inşa etmeyi hedefleyen bir modele dayanıyor. Enerji bağımsızlığı nedeniyle bölgeye eski ilginin kalmadığı belirtilirken, Suriye gibi sorunların çözümünde bölgesel desteğe atıf yapılıyor. Washington, artık yönetim biçimlerine karışmayacağını ve “ulus inşası” döneminin kapandığını vurguluyor. Ancak enerji ve deniz yollarının güvenliği ve İsrail’in korunması kırmızı çizgiler olarak varlığını koruyor. Belgenin temel stratejisi, odağı Asya-Pasifik’e kaydırarak Orta Doğu’daki sorumluluğu bölge ülkelerine devretmek (burden-shifting) olsa da, kaotik zemin nedeniyle ABD askeri varlığının belirli düzeylerde sürmeye devam ettiğini de not etmek gerekiyor. Bu bağlamda ne gibi pratik adımlar atılacağı şu an için belirsiz.
Belgede Suriye’nin istikrarı için Türkiye’ye atıf yapılması, Washington’ın sahadaki güçlerle çalışma isteğini göstererek Ankara’nın manevra alanını genişletiyor. Türkiye’nin çok boyutlu diplomasisi, Rusya nezdindeki dengeleyici rolü ve Orta Koridor hattındaki potansiyeli giderek daha fazla önem kazanıyor. Türkiye açısından Suriye, Zengezur Koridoru ve Orta Asya’daki dinamikler ışığında sürdürülecek dengeli bir çok boyutlu diplomasinin öne çıkması muhtemel.
Sonuç olarak ABD artık tek kutuplu bir hegemon değil, çıkarlarını önceleyen ve mevcut küresel ağırlık merkezini kaybetmek istemeyen devasa bir ulus-devlete dönüşüyor. Belge; öncelik hiyerarşisini Batı Yarımküre, Asya ve Avrupa olarak kuruyor. Batı Yarımkürede tahkimatı sağlayıp ardından Asya’da Çin’i çevrelemeyi hedefleyen hegemonik yaklaşımını kalıcılaştırmaya çalışıyor. Ancak bu yeni hedef, yükü müttefiklere kaydıran “düşük maliyetli/yoğunluklu bir küresel hegemonya”ya işaret ediyor.
*. *. *
Dr. Öğr. Üyesi Kaan Kutlu Ataç, Mersin Üniversitesi
Amerikan Gücünün Sınırları: NSS 2025’in Vaadi ve Açmazı
Bağımsızlık Bildirgesi’nde evrensel olarak ortaya konulan ‘doğal hakların korunması’ ilkesi bu kez sadece Amerikan vatandaşlarıyla sınırlı görünüyor. Ulus-devletin yeniden merkeze alınması kurucu felsefenin 21. yüzyıla uyarlanmış hali gibi duruyor
Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) 2025’in okumasını yaparken aldığım notlar nispeten muğlak bir stratejinin yarattığı soru işaretli açıklamalara dönüştü: Amerikan kuruluş döneme ait olan temel unsurlara günümüz gerçekleri çerçevesinde yeniden çağdaş vurgularla geri mi dönüyor? ABD açısından bir dönemin kapandığı yeni bir çağın başlangıcının ilanına ait bir niyet beyannamesi ile mi karşı karşıyayız?
Bağımsızlık Bildirgesi’nde açıkça vurgulanan “Tüm insanların eşit yaratıldığını ve Yaratıcı tarafından kendilerine vazgeçilmez haklara sahip verildiğini—Yaşam, Özgürlük ve Mutluluk Arayışı” ilkesi, NSS’de açık bir şekilde ortaya çıkıyor: “ABD’nin ilk hedefi olarak, ülkenin halkının Tanrı tarafından verilen doğal haklarını korumak ve onların refahını ve çıkarlarını ön plana almak” tanımlanıyor. Bağımsızlık Bildirgesi’nde evrensel olarak ortaya konulan “doğal hakların korunması” ilkesi ancak bu kez sadece Amerikan vatandaşlarıyla sınırlı tutulmuş görünüyor. Belgede bu anlamda ortaya çıkan “Dünyanın temel siyasi birimi ulus-devlet kalacaktır; tüm ulusların çıkarlarını birinci sıraya alması doğaldır ve egemenliklerini koruması gerekmektedir” ifadesi de kurucu felsefenin 21. yüzyıla uyarlanmış hali gibi görünüyor. Bu ifade özelikle belgede de belirtildiği gibi Amerika’nın bu ideallerinin dünyaya bir ihraç ürünü olarak ve askeri müdahaleleri mazur gösteren ama tamamıyla başarısız olduğu vurgulanan bir araç olmaktan çıkartılıyor: ”ABD, diğer ülkelerin halk çıkarlarını ön plana almasını destekler; ancak bu, ABD’nin müdahale etme hakkı değildir.”
Bu ABD için ideal bir durum. Ancak burada, belgedeki diğer temel unsurlardan birisi olan ABD’nin güçlü bir orduyla milli çıkarlarını koruyacağı ve bunu da en klasik anlamda askeri-endüstriyel kompleks ile yapacağı anlaşılan küresel caydırıcılık ilkesi ile çelişiyor. Eğer uluslararası sistem içinde kürenin en güçlü caydırıcı gücüne karşı (belgedeki en büyük ve savaş kapasitesi en güçlü ordu iddiası) Amerikan çıkarlarını göz ardı eden bir tutum takındıkları takdirde müdahale için meşruiyeti (veya Truman dönemi senatör Vanderberg’in Amerikan müdahaleciliğinde Amerikan kamuoyunu korkutarak siyaseten meşru zemin yaratma) aracını şimdiden kendisi için sınırlayıcı bir alan olarak yaratmış olabilir mi?
Belgede de ifade edildiği gibi Atlas, dünyanın sorunlarını sırtlamaktan bitap düşmüş. Amerika artık bu yükü kaldırmak istemiyorsa uluslararası sistemdeki yırtıcıların iştahı kabardığı takdirde kendini hapsettiği bu sınırlardan çıkmanın yolu ABD için ne olacaktır? Bunlar cevaplaması hakikaten çok zor sorular ve vakalar geliştikçe cari hesaplamalarla anlaşılabilecek gibi duruyor. O halde belgede ifade edilen esnek realizmle (flexible realism) kast edilen şey, seçimsel müdahalecilikle (selective engagement) eş anlama gelirse bu bizi yeniden Amerikan müdahaleciliğini sık sık ama çok sert askeri araç kullanmak zorunda olduğu bir alana doğru sürüklemez mi?
Soğuk Savaş sonrası dünyanın Amerikan dış politikasına yüklediği sorumlukların artık sonuna gelindiği ve “yük paylaşımı” (burden-sharing) ve yük aktarımı (burden-shifting) uygulanması gerektiğini kimi haklı nedenlerle ileri sürerken, savunmalarını güçlendiren kimi ülkelerin geçmişin küllerinin altında hala kor ateşini muhafaza eden hırslarının yeniden alevlenmesine de bir yol sağlayabilir mi? Dolayısıyla bir ideal ve niyet beyanı olan NSS 2025 çok daha karmaşık ve belki de ABD’nin müttefik yapılanmaları içinde gördüğü devletlerin kadim ama ötelenmiş hırslarına, verilmek istenen mesajın aksine, bir çağrı olarak okunabilir mi? Belge ABD’nin tek taraflı olarak küresel düzeni sürdürdüğü dönemin sona erdiği çağrısı iddiasındayken oluşacak boşluğun yaratacağı belirsizlikle ABD’yi hiç bulunmak istemediği alanlardaki çatışmalarda aktif yer almasına neden olabilir mi?
NSS, ABD’nin dış politikada başarısız olduğunu ifade ettiği sürece oldukça radikal bir bakış açısı getiriyor. ABD artık “hemen hemen her konuyu veya çabayı” Amerikan çıkarlarının “kapsamında” ele almak yerine, Amerikan ulusal çıkarlarını “realist” açıdan açıkça tanımlıyor. Strateji, Batı Yarımküre, Hint-Pasifik ve Avrupa’ya öncelik verirken, Orta Doğu’yu kalıcı olarak aciliyet atfedilen bir bölge olmaktan çıkarıyor. Bölge artık ABD açısından öncelik sıralamasında geri plana düşmüş görünüyor. Orta Doğu’daki karışıklığın azaldığı tespiti, Hint-Pasifik için ayrılacak kaynakların artmasını da sağlıyor. Ancak NSS Orta Doğu’da çatışmaların sorun olmaya devam ettiğini İran’ın büyük ölçüde zayıfladığını, İsrail-Filistin çatışmasının Trump’ın sayesinde kalıcı barışa doğru ilerlediğini öne sürüyor. Enerji üretiminin geldiği noktada ABD’nin Orta Doğu’ya odaklanmasındaki (odaklanmanın rejim değişiklikleri için müdahale olduğunu biliyoruz) tarihsel nedeni ortadan kalktığı için nükleer enerji, yapay zeka ve savunma teknolojileri de dahil olmak üzere giderek daha fazla yatırım kaynağı haline geleceğini iddia ediyor. ABD’nin Körfez monarşilerini geleneklerini terk etmeye zorlayarak yaptığı “yanlış yönlendirilmiş deneyi” (müdahaleler diye okumak gerekir) bırakmasını ve reformu ancak organik olarak ortaya çıktığında teşvik etmesini savunuyor.
ABD, Körfez enerji kaynaklarının düşmanların eline geçmesini engellemek, Hürmüz Boğazı’nı açık tutmak, Kızıldeniz’in seyir edilebilirliğini korumak, terörün yeniden canlanmasını önlemek, İsrail’in güvenliğini ve İbrahim Anlaşmaları’nın daha geniş alana yayılmasını sağlamak gibi temel çıkar alanlarını korumayı hedefliyor. Bu hedefler belge ile ilgili en başta ifade ettiğimi bir ideal ve bir niyet okumasının muhtemel en üst zirvesini oluşturuyor. Belge, Orta Doğu ile ilgili bu süreç barışa doğru giden yol olarak tarif edilirken, bir çıban başının da bizi beklediğini söylüyor: Suriye hâlâ potansiyel bir sorun olmaya devam ederken, Amerikan, Arap, İsrailli ve Türk desteğiyle bu ülkenin istikrar kazanabileceğinden bahisle bölgenin ayrılmaz ve olumlu bir aktörü olarak hak ettiği yeri yeniden alabileceği belirtiliyor. Suriye için çok fazla bilinmezlikle ve tarihsel ihtirasların kördüğüm oluşturduğu bir alanda fazlasıyla iyi niyetli ve idealist bir yaklaşım!
Bu vesile ile hatırlamak gerekir ki ABD Orta Doğu coğrafyasında askeri birlikleri bulundurma hakkını 1957 Eisenhower Doktrini ile başlayan, 1. Körfez savaşı ve 11 Eylül sonrası terörizmle mücadele konusunda başkanlara tanınan “savaş yetki” yasaları ile bulunduruyor. Bu savaş yetki yasaları hala geçerli ve “organik” şartların ortadan kalkmadığı bir bölgede sık sık Amerikan askeri birliklerinin operasyon haberlerini hala haber bültenlerinde izlemeye devam ediyoruz. Bu halde NSS 2025 Orta Doğu için Türkiye özelinde hala muğlak bir sistemik alana işaret ediyor. Bu durum özellikle ateşkes ile barışın sağlandığı Gazze’deki Filistin-İsrail sorunundaki Ankara’nın tutumundaki kalın çizgiler, Suriye meselesinde Suriye Demokratik Güçleri ile Şam yönetimi arasında Trump yönetiminin arabuluculuğuyla ortaya konulan mutabakatın bir türlü hayata geçirilememiş olması, Türkiye açısından milli güvenlik sorunu olarak addedilmeye devam ediyor.
Amerikan Milli Güvenlik Strateji belgeleri yönetimlerin bir ideal ve iyi niyet belgesi olmaya devam ediyor. Bugünden yarını okumanın imkansızlığı içinde söylenmesi kolay ama icrasının ve söyleme uygun hayata geçirilmesinin çok zor olduğu bir dünyada, NSS daha önceki belgeler gibi hedeflere ulaşma konusunda olumlu bir tablo çiziyor. NSS 2025 de neticede siyasetçinin seçmenine vaatlerini gerçekleştirme arzusunu ortaya koyan bir belge. Zaten strateji belgeleri de pozitif yönleri ortaya koymak için yazılır ve kamuoyuyla paylaşılır.
*. *
Dr. Mehmet Çağatay Abuşoğlu
Trump’in Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi Hangi Mesajlari Verdi?
Kasım 2025 tarihli Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi göstermiştir ki son 80 yılı kapsayan Wilson geleneği ve liberal uluslararasıcılık ABD için görevini tamamlamıştır
Uluslararası kurumlara önem atfeden liberal uluslararasıcılık, küresel hakimiyet arayışındaki liderlik hevesi ve dönüştürücü/müdahaleci girişimler, ABD dış politikası denildiğinde akla gelen ilk özelliklerdir. Doğru olmakta birlikte bunlar aslında ABD tarihi için geç ve kısa bir dönemin esaslarıdır. ikinci Dünya Savaşı sonrasında güç kazanan bu yönelim, Wilson geleneğinin ürünüdür. Ancak Kasım 2025 tarihli Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) göstermiştir ki son 80 yılı kapsayan Wilson geleneği ve liberal uluslararasıcılık ABD için görevini tamamlamıştır.
Peki orta ve uzun vadede ABD dış politikası nasıl bir yön alacak ve hangi gelenek öne çıkacak? Trump’ın imzasıyla paylaşılan NSS belgesi buna cevap oluşturacak nitelikte. İlk göze çarpan durum Wilson geleneğinin ürünü olan liberal uluslararasıcılığın kenara itilmesidir. Metinde sıklıkla gerçekçiliğe uluslararası ilişkiler disiplininin realism teorisine uygun şekilde göndermeler yer almıştır. NSS, gerçekçi olunacağı iddiasını ortaya koyarken Soğuk Savaş sonrası süreçteki Wilson geleneğinden gelen dış politika yapımını eleştirmiştir. Bu eleştirilerin başında tüm dünyada kalıcı bir ABD egemenliği uğraşısı ve doğrudan ABD çıkarını ilgilendirmeyen meselelere müdahale edilmesi gelmiştir. İktisadi açıdan ise liberal uluslararasıcılığın bir yansıması olan küreselleşme ve serbest ticaret NSS tarafından eleştirilmiş, ABD ekonomisi üzerine oluşturduğu yüke dikkat çekilirken halkın kayıplarına değinilmiştir.
Tümüyle bir anlayış ve kavrayış, dolayısıyla davranış değişikliği sunan NSS, içerisinde tüyolarını da verdiği yeni sürecin köklü bir gelenekten geldiğini izah etmiştir. Şöyle ki, belge içerisinde Kurucu Babalar’a (founding fathers) göndermeler söz konusudur. Monroe Doktrini ve Hamilton savunması bunlara örnektir ancak daha önemlisi Washington’un Veda Konuşması’ndan alınmışçasına verilen mesajlardır.
NSS’e dönülecek olursa geçmişe nazaran en ciddi fark yöntemdedir. ABD’yi artık müdahale eden, demokrasiyi kurtaran olarak görmeyeceğiz. Bu fark, NATO ittifakını da zayıflatmıştır. Biden döneminde özellikle Avrupa ilişkilerine vurgu yapan “Demokratik Dayanışma” (Democratic Solidarity) terk edilmiştir. NSS, Avrupa’nın güvenliğini Avrupalıların savunmasına bırakırken Rusya ile kurulacak ilişkiye de önemli bir yer ayırmıştır. ABD kendisine Rusya ile Avrupa arasındaki çatışma riskini azaltmak için diplomatik rol atfetmekle yetinmiştir.
NSS’nin realist tavrından uluslararası kurumlar da nasibini almıştır. Burada öne çıkan husus ulus devletlerin birincil aktör olduğuna yapılan vurgudur. Ayrıca ulus ötesi örgütlerin devletlerin egemenliğine karşı bir tutum sergilediği ve bunun kabul edilmeyeceğine işaret edilmiştir. Belgenin hedef aldığı uluslararası kurumsallaşma girişimi ise Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği’nin Avrupa için zayıflatıcı bir rol üstlendiği ifade edilmiştir. ABD için burada öne çıkan husus Avrupa Birliği’nin ulus ötesi bir kurum olarak Avrupa üzerinde hegemonya oluşturma potansiyelidir. Tek bölgesel hegemonya olmayı isteyen ABD için Avrupa’daki potansiyel hegemon Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği bir devlet değildir ancak hegemonyanın gereği olan siyasi hiyerarşiyi tüm Avrupa kıtası üzerinde tesis etmeye son derece yakındır. Bu nedenle Hint-Pasifik’te Çin’e olduğu gibi Avrupa’da da Avrupa Birliği’ne benzer şekilde rakip algısıyla yaklaşılmaktadır.
Yine Washington-Jefferson geleneğinden hareketle Batı Yarımküre vurgusu NSS içerisinde önemli bir yer tutmuştur. Hatta mevcut başkan “Trump Eki” (Trump Corollary) diyerek Monroe Doktrini’ni ileri bir boyuta getirmiştir. Venezuela’ya yönelik tehditkar söylem, Karayip Denizi’nde ve Pasifik’in doğusundaki operasyonlar, Batı Yarımküre hakimiyeti ve ABD’nin bölgesel hegemonyasını hatırlatma açısında hissedilir hamleler olmuştur.
Çin ile ilişkilere bakıldığında NSS, realizmin bir diğer düsturu olan göreceli kazanç arayışını yansıtmaktadır. Teknoloji ve üretim noktasında geri kalındığını doğrudan ifade etmese de dünyanın en güçlü ordusu ve ekonomisi olma amacı paylaşılmıştır. Bunun yanında Çin’le ticaretin dengelenmesi gündem olma özelliğini korumuştur. Jeopolitik olaraksa Çin, yine Tayvan konusundaki stratejik belirsizlikle ve caydırıcılık söylemiyle NSS’te yer almıştır. Tayvan’ın Ada Zinciri (Island Chain) politikasındaki konumuna vurgu yaparak ABD savunmasındaki yerine önem atfedilmiştir.
Orta Doğu konusunda ise öncelik İsrail’in güvenliği olmuştur. İran’ın caydırılmasını ve Hamas’ın zayıflatılmasını vurgulayan belgede Suriye’deki olası problemlere karşı Şarm el-Şeyh Zirvesi’nde Gazze’de Trump’ın barış girişimine imza veren ortaklar öne çıkarılmıştır. Orta Doğu’daki bir diğer hedef İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesi olarak sunulmuştur. Müslüman dünyadan anlaşmaya katılımcıları artırmak ayrıca bir hedef olarak tespit edilmiştir. Son olarak Kazakistan’ın İbrahim Anlaşmaları’na katılımı bu hedef yönünde ABD’nin bir kazanımı olmuştur.
NSS, Türkiye için yeniden model-ortak olma sürecini canlandırıyor olabilir. Hatırlanacağı üzere Obama döneminde Türkiye için kullanılan model-ortak tanımlaması ikili ilişkileri geliştirmiş ve Türkiye ile Orta Doğu ve Körfez arasındaki ilişkileri ilerletmiştir. ABD-Türkiye arasındaki uyum, Arap Ayaklanmaları sonrasındaki ideolojik çekişmeler ve müdahalede bulunup bulunmama ikileminde tıkanmış, Suriye’de PYD/SDG konusuyla çıkar uyumunu tüketmiştir. Bu sorun halen varlığını korusa da özellikle Gazze’deki barış girişimine Türkiye’nin dahil olması Trump için büyük bir adım olmuştur. Bu anlaşmayı takip eden demeçler ve ziyaretler olumlu seyri korumuştur.
Belge, Avrupa’nın geleceği ve güvenliği için hayal kırıklığı niteliğindedir. Özellikle Rusya karşısında yalnızsınız mesajını veren NSS, Avrupa için stresi artırmıştır. Bu durum hem kaçak sığınmacılara karşı tampon oluşturması hem de Rusya ile iyi ilişkileri sürdürmesi sebebiyle Türkiye’nin önemini artırmaktadır. Avrupa’nın Avrupa Birliği dahil olmak üzere savunma kompleksine, projelerine Türkiye’yi dahil etmesi gerekebilecektir. ABD’nin Avrupa’yı savunmasız bırakması durumunda Avrupalı liderler de sıklıkla Türkiye’yi bir Avrupalı olarak denkleme dahil etmektedirler.
*. *
Doç. Dr. Sinem Ünaldılar, Ege Üniversitesi
ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi: Yeni Bir Dünya Düzenine Doğru Değişen Öncelikler
ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, ‘Önce Amerika’yı çok daha kesin ve saldırgan bir üslupla formüle ediyor. Belge, Monroe Doktrini’nin canlanması, AB’ye yönelik sert tutum, Çin’le ekonomik rekabet ve Orta Doğu’da istikrar arayışıyla şekilleniyor. Esnek realizm, Türkiye–ABD ilişkilerinde daha az gerilim ve daha somut işbirliği anlamına gelebilir
ABD’nin yeni ulusal güvenlik strateji belgesi, geleneksel ABD güvenlik strateji belgelerinden çok farklı. Trump yönetiminin daha önce de ABD dış politikasını oluştururken sert bir çizgide durduğunu biliyoruz. Ancak bu seferki ulusal güvenlik stratejisi belgesinde “Önce Amerika” politikası çok daha kesin, saldırgan ve kendinden emin bir üslupla formüle edilmiş. Bu çizgi ABD’nin liberal sistemin ve demokratik değerlerin koruyuculuğu ve sistemin çok taraflılığını sağlamak adına öncü rolünü terk ettiğini ve ABD’nin artık tamamen kendi ulusal çıkarlarına odaklandığını gösteriyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan beri alışkın olduğumuz ABD dış politikası, Avrupalı müttefikleriyle birlikte hareket etmeyi, kendi kurduğu liberal sistemin sağlıklı işlemesi için işbirliklerine dayalı, demokrasi, özgürlükler ve pazar ekonomisinin gereklilikleri gibi değerlerin de savunulduğu bir dış politika üretmekteydi. 33 sayfalık Yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ise hegemonyanın yeniden tesisi için liberal sistemin çok taraflı olmasından çok, ABD’nin kendi güvenlik önceliklerine odaklanarak tesis edilebileceği bir resim ortaya koymakta. Strateji Belgesi’ndeki “Monroe Doktrini’nin yeniden canlandırılması vurgusu da gözden kaçmıyor.
Başkan Trump’ın birinci döneminde de “ilkeli realizm” olarak isimlendirilen dış politika anlayışı, korumacı, milliyetçi, ulusal çıkar odaklı ve ülkenin kazancının karşılıklı kazançtan üstün görüldüğü bir profil çizmiş, bu açıdan realist unsurlar üzerine inşa edilmiştir. Ancak ikinci dönem caydırıcılığın daha fazla ön planda olduğu, militerleşmenin arttığı, barışı güç yoluyla tesis etmeye çalışan bir anlayış “esnek realizm” kavramı çerçevesinde inşa edilmiş. Bu bağlamda sistemin ve değerlerin bekçiliğini üstlenen demokratlardan çok farklı bir bakış açısı karşımıza çıkıyor.
Bununla birlikte dikkat çeken önemli unsurlardan birisi de Avrupalı müttefiklerle ilgili sert ifadelerin yer alması. ABD’nin başta savunma harcamalarının artırılması vurgusu olmak üzere geleneksel müttefiklerine izlediği bu sert tutum transatlantik ilişkilerin geleneksel yapısı ile son derece ters orantılı. Rusya ve Çin’e karşı yumuşayan söylemlere karşı J.D Vance’in Münih Konferansı’da AB ülkelerine modelleriyle ilgili yaptığı çıkışla paralel olarak Avrupa projesinin erozyona uğradığı belirtiliyor. Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik zorlukları vurgulayan belge, Avrupa’nın sorunlarının giderek derinleştiğinin altını çiziyor. Hükümetlerin anti-demokratik uygulamalar, muhalefeti bastırmak ve sansür ile suçlandığı güvenlik belgesi, milliyetçi partileri destekliyor. Bu partileri Avrupa’daki çöküşün panzehiri gibi gören ABD, göç karşıtı aşırı sağ hareketleri desteklemekten geri durmuyor. Bu çerçevede ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin demokratik modelinden memnun olmadığı açıkça belli ki bu daha önce ABD’nin sahip olmadığı bir bakış açısı. Hem NATO harcamaları hem de Avrupa’nın kimliği ve değerleri bağlamında aldığı eleştiriler, savunma konusunda Trump yönetimine güvenleri zaten sarsılmış olan Avrupalı liderleri daha fazla endişeye düşürecek nitelikte. Bu durum, transatlantik ittifakında mevcut çatlağın daha da derinleşmesine neden olacaktır.
ABD, uzun süredir yaşadığı bütçe açığını dengeleme çabasında. Çin ile içinde bulunduğu ekonomik rekabet endişe verici. Ulusal güvenlik belgesinde ABD’nin gücünün sanayisine bağlı olduğu belirtiliyor. Bu çerçevede Trump yönetimi bu gücü yeniden inşa etmenin gerekliliğine vurgu yaparken, küresel ticaret ilişkilerini de dengelemeyi amaçlamakta. Çin ile rekabet edebilmek için Avrupa, Japonya, Kore, Avustralya, Kanada, Meksika ve diğer partnerlerinin ABD ile işbirliği halinde olması gerekliliği elzem görünmekte. Uzun zamandır Çin’in gücünü arttırmasının önemli bir faktörü olan ticari ortaklarına verdiği krediler, devlet yardımları ve dijital yapı inşa etme başarısı konusunda ABD ve müttefiklerinin yeni stratejiler geliştirmeleri gerekliliği belgenin öncelikleri arasında yer alıyor.
ABD’nin Rusya ve Çin konusundaki tutumu bile Avrupa ile ilişkileri ile kıyaslandığında daha yumuşak kalıyor. Trump, Avrupalı müttefikleri ile uzun süredir problem yaşamakta. Ukrayna Savaşı’nın sona erdirilmesi konusunda yaşanılan anlaşmazlıklar, NATO harcamaları sorunsalı ve Avrupa’nın ABD’ye göre çöküş içerisinde olması, Yeni Güvenlik Stratejisi’nin Avrupa’ya fazlaca yüklendiği bir tablo ortaya çıkarıyor. Avrupa savunma konusunda sadece ABD’ye güvenemeyeceğinin uzun süredir farkında ve bir süredir stratejik otonomisini inşa etmek için uğraşmakta. Bu çerçevede AB içerisinde savunma fonlarını ve bütçesini giderek arttırıyor. Ulusal Güvenlik Stratejisi, taraflar arasındaki çatlağın derinleşeceğinin habercisi. Her ne kadar AB ve ABD arasındaki müttefiklik ilişkisi kadim olsa da, belli ki Avrupa mevcut gerçekliği ile Trump’ın beklentilerini karşılamaktan uzak. Çin ise daha önce sistemik rakip olarak isimlendirilmişti. Yeni belgede ise Çin ile olan rekabette ekonomik zorluklar stratejik önceliklerin önüne geçmiş gibi görünüyor. Çin ile ilişkilerde ekonomik üstünlüğün kırılması ABD’nin temel hedefi gibi görülmekte. Hindistan ile işbirliğinin öneminin de altının çizildiği raporda Asya-Pasifik ABD’nin öncelikleri arasında en önemli bölge.
Orta Doğu ise çatışmaların sürdüğü, istikrarsız bir bölge olarak adlandırılırken, ABD’nin İran nükleer programına vurduğu darbe, Hamas’ın geri çekilmesi, İsrail-Filistin sorunu çetrefilli olsa da Trump tarafından sağlandığı vurgulanan barış, Trump yönetimi açısından bir başarı olarak kabul edilmekte. Bununla birlikte ABD, Suriye’nin sisteme yeniden dahil olmasını ve ehlileştirilerek istikrar kazanmasını istiyor. Böylece ilgisini bir an önce kendi iç sorunlarına, ekonomik rekabetçiliğinin arttırılmasına ve ticarette üstünlüğünün inşasına odaklayabilecek. Bu çerçevede İsrail, Arap ülkeleri ve Türkiye, Suriye’nin istikrar kazanması için ABD tarafından önemli oyuncular olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla ABD’nin Türkiye’nin güvenlik kaygıları konusunda daha fazla işbirlikçi olacağı söylenebilir. Genel olarak Strateji Belgesi’nin dünyanın jandarmalığını bırakan esnek realist anlayışı, Türkiye ile Washington arasında daha az gerilim yaşanması ve daha somut bir işbirliğini oluşturulması anlamına gelebilir.
Karel Valansi
Karel Valansi, PhD, Global Academy uzmanı ve Global Panorama dergisinde yardımcı editördür. İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisidir. Daha önce T24 ve Şalom Gazetesi’nde Orta Doğu meselelerine odaklanan bir gazeteci ve köşe yazarı olarak çalışmıştır.
Akademik ilgi alanları arasında Güvenlik Çalışmaları, Orta Doğu, İsrail ve Türk dış politikası yer almaktadır. Women in Foreign Policy inisiyatifi üyesidir ve dini azınlık hakları ile kadınların güçlenmesini destekleyen birçok projede aktif rol almaktadır.
Dr. Valansi, The Crescent Moon and the Magen David: Turkish-Israeli Relations Through the Lens of the Turkish Public(Hamilton Books, 2018) adlı kitabın yazarıdır. Analizlerine karelvalansi.com adresinden ulaşılabilir. Twitter ve diğer sosyal medya platformlarında @karelvalansi kullanıcı adıyla görüşlerini paylaşmaktadır.
Bu yazıya atıf için: Karel Valansi, "Panorama Soruyor: ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi – Karel Valansi" Global Panorama, Çevrimiçi Yayın, 15 Aralık 2025, https://www.globalpanorama.org/2025/12/abdnin-yeni-ulusal-guvenlik-strateji-belgesi-karel-valansi/
Copyright @ 2025 Global Academy. Design & Development brain.work
Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına / yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.
Bülten Aboneliği
Güncellemelerden haberdar olmak için bültenimize abone olun.