Türkiye’nin şu anda PKK ile yürüttüğü barış süreci, son kırk yıla yayılan çatışma döngüsünü sonlandırma umudunu taşıyan en önemli girişimlerden biri olma özelliğini koruyor. Ancak bugüne kadar yaşanan deneyimler, barışın sadece “silahların susması” ile gelmediğini, silahlı örgütlerin geleceğini, mensuplarının toplumla ilişkisini ve çatışmanın toplumsal mirasını kapsamlı biçimde ele almayan süreçlerin kırılgan kaldığını gösteriyor. Bu noktada, uluslararası barış inşası literatüründe DDR (Disarmament, Demobilization, Reintegration – Silahsızlanma, Terhis ve Yeniden Entegrasyon) olarak bilinen yaklaşım, sürecin güvenlik, adalet ve toplumsal bütünleşme boyutlarını aynı çatı altında ele almak için önemli bir çerçeve sunuyor (Berdal, 1996; Özerdem, 2008).
Bu nedenle, DDR Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana çatışma sonrası barış inşasının temel taşlarından biri haline gelmiştir. Silahlı çatışmaların devletler arası savaşlardan, çoğu zaman düzensiz silahlı gruplar ve parçalanmış fraksiyonların yer aldığı uzun süreli iç çatışmalara evrilmesiyle birlikte, uluslararası toplum, etkili DDR mekanizmaları olmaksızın sürdürülebilir barışın sağlanmasının zor olduğunu giderek daha fazla kabul etmeye başlamıştır (Porto, Alden & Parsons, 2007). DDR yalnızca silah toplama, birlikleri dağıtma veya yeniden entegrasyon programları uygulama gibi teknik bir süreç olmayıp, çatışma sonrası bir toplumun başarıyla barışa yönelip yönelemeyeceğini ya da şiddete geri dönüp dönmeyeceğini belirleyebilecek derin bir siyasi, sosyal, ekonomik ve psikolojik dönüşümdür (Knight & Özerdem, 2004; Özerdem, 2008).
DDR temelde güç, meşruiyet ve kimlik ile ilgilidir. Silahlı grupların dağıtılması, savaş dönemindeki hiyerarşileri bozar ve otoritenin yeniden dağılımını sağlar; bu da kırılgan siyasi uzlaşmalarda gerilimlere yol açabilir. Özellikle yeniden entegrasyon, toplumsal iyileşmenin özüne dokunur; affetme, hesap verebilirlik ve kapsayıcılık gibi zor soruları gündeme getirir (Berdal, 1996; Özerdem, 2012). Aynı zamanda, devletin eski savaşçıları bir tehdit olarak değil, vatandaş olarak kabul etme kapasitesini de sınar. Bu nedenle DDR hiçbir zaman tarafsız ya da tek başına yürütülen bir süreç değildir—barış inşası, geçiş dönemi adaleti, güvenlik sektörü reformu (SSR) ve kalkınma bağlamında işler (Knight & Özerdem, 2004).
DDR süreçlerinde riskler yüksektir. Başarısız veya yarım kalan DDR girişimleri, Angola, Güney Sudan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi yerlerde yeniden şiddete, suç oranlarının artmasına ve parçalanmış barış anlaşmalarına yol açmıştır. Buna karşılık, Kuzey İrlanda, Sierra Leone ve El Salvador gibi bağlamlarda güçlü siyasi çerçevelere ve toplumsal katılıma dayalı sağlam DDR programları, görece istikrarın ve uzun vadeli barışın sağlanmasına katkıda bulunmuştur (Muggah & O’Donnell, 2015; de Vries & Wiegink, 2021; Kingma, 2001).
Bugün Türkiye’nin önünde duran soru şudur: PKK ile barış sürecinde, çatışmanın askeri boyutunu sona erdirirken aynı zamanda toplumsal barışı nasıl inşa edeceğiz? Yanıt, askeri güvenlik tedbirlerinden çok daha fazlasını gerektiriyor. Bu nedenle, hem Türkiye’nin hem de benzer çatışma yaşamış ülkelerin deneyimlerinden yola çıkarak, barış sürecinde DDR’ın nasıl kurgulanması gerektiğini ve hangi risklerin yönetilmesi gerektiğini iyi anlamamız gerekmektedir.
1. Silahsızlanmanın (Disarmament) Siyasi ve Teknik Boyutu
Silahsızlanma, DDR sürecinin ilk ve en sembolik aşamasıdır. Ancak deneyimler gösteriyor ki, bu aşama yalnızca teknik bir mühimmat toplama operasyonu değildir. Silahların bırakılması, tarafların birbirine olan güveninin en somut testi niteliğindedir (United Nations, 2006; Özerdem, 2002).
Temel ikilem, silahlı aktörlerin, güvenin hâlâ zayıf, devletin güvenlik garantilerinin ise yetersiz olduğu ortamlarda, silahlarını teslim etmeye nasıl ikna edileceğinde yatar. Tarihsel olarak silahsızlanma uygulamaları üç yaklaşımla şekillenmiştir: Uzlaşı, zorlama ve mecbur bırakma. Uzlaşı temelli silahsızlanma, genellikle siyasi garantilerle desteklenen müzakere edilmiş anlaşmalar yoluyla gönüllü silah bırakmayı öngörür. Zorlama, baskı veya yaptırım tehdidini; mecbur bırakma ise doğrudan güç kullanımını içerir. En başarılı DDR girişimlerinin çoğu, güvenilir bir siyasi uzlaşma ve yeniden entegrasyon vaatleriyle desteklenen ilk yaklaşımı kullanır (Tanner, 1996; Muggah & O’Donnell, 2015).
Silahsızlanma için daha sürdürülebilir bir teşvik, ekonomik paketler, eğitim veya topluluk katılımı yoluyla yeniden entegrasyon fırsatlarına erişim garantisidir. Eski savaşçılar geçim, onur ve güvenlik açısından inandırıcı bir yol görürlerse silahlarını bırakma olasılıkları artar. Silahsızlanma yalnızca barış vaadine değil, aynı zamanda adalet ve kapsayıcılık uygulamasına da bağlı olmalıdır (Özerdem, 2008).
Operasyonel olarak, silahsızlanmaya açık ve net uygunluk kriterleri eşlik etmelidir. Kimler savaşçı olarak kabul edilecek? Hangi silahlar toplanacak? Bunlar tartışmalı sorulardır. Çok dar tanımlar, düzensiz savaşçıları veya hamal, haberci, aşçı gibi ilişkili grupları, özellikle kadınları ve çocukları, dışlayabilir; oysa bu grupların da meşru yeniden entegrasyon ihtiyaçları vardır. Aşırı geniş tanımlar ise programın şişmesine ve güvenilirliğini yitirmesine yol açabilir. Kapsayıcılık ile uygulanabilirlik arasındaki dengeyi sağlamak önemli bir tasarım zorluğudur. Silahsızlanma aynı zamanda lojistik açıdan da zorludur. Doğrulama sistemleri, güvenli depolama, nakliye, imha tesisleri ve çoğu zaman geçici toplanma alanları gerektirir. Maliyetler yüksek olabilir ve yetersiz tesisler veya gecikmeler gibi kötü uygulamalar güveni zedeler (Özerdem & Podder, 2011; United Nations, 2006).
Sonuç olarak, başarılı bir silahsızlanma zamanlama, sıralama ve güvene bağlıdır. Silah bırakma, kapsayıcılık, güvenlik ve fırsatlara yönelik anlamlı adımların karşılıklı olarak atıldığı daha geniş bir sosyal sözleşmenin parçası olarak görülmelidir. Aksi takdirde, silahsızlanma hızla bozulabilecek, yenilenen şiddet veya siyasi hayal kırıklıklarıyla sonuçlanabilecek boş bir ritüele dönüşebilir (Muggah, 2006).
Türkiye bağlamında, PKK’nin silahsızlanması yalnızca örgüt mensuplarının elindeki hafif silahların teslim edilmesi değil, aynı zamanda silah depolarının, lojistik ağların ve mühimmat hatlarının ortadan kaldırılması anlamına gelir. Bu, yalnızca teknik bir imha süreci değil, aynı zamanda siyasi bir mutabakatın sonucu olmalıdır. Silahsızlanma süreci şeffaf, doğrulanabilir ve uluslararası standartlara uygun yürütülmelidir. Örneğin, Kuzey İrlanda’da IRA’nın silah bırakma süreci, bağımsız uluslararası doğrulama komisyonunun gözetiminde yürütülmüş ve böylece toplumsal güven artırılmıştır.
En kritik risklerden biri, bu adımın taraflardan biri açısından “tek taraflı” olarak algılanması ve uygulamanın yeterli denetim mekanizmaları olmaksızın yürütülmesidir. Böyle bir algı, sahadaki güvenin kırılmasına, karşılıklı güvensizlik sarmalının derinleşmesine ve sürecin kırılganlaşmasına yol açabilir. Bu nedenle, hem tarafların üzerinde mutabık kalacağı hem de ulusal ve uluslararası meşruiyeti yüksek bağımsız bir izleme ve doğrulama mekanizmasının kurulması hayati önem taşır. Böyle bir mekanizma yalnızca sürecin teknik boyutunu değil, aynı zamanda güvenlik güçlerinin ve PKK mensuplarının güvenliğini de eşit şekilde gözetmeli; sahada olası provokasyonları, yanlış anlamaları veya tek taraflı ihlal algılarını engelleyecek bir tampon işlevi görmelidir.
Bununla birlikte, silahsızlanma süreçlerine dair uluslararası tecrübe bize şunu göstermektedir: Sahada toplanan silahlar, çoğu zaman örgütlerin elindeki toplam cephaneliğin yalnızca küçük bir kısmını oluşturur. Silahlı gruplar genellikle en işlevsel ve stratejik silahlarını teslim etmekten kaçınır, sürecin ilerleyen aşamalarında veya olası bir başarısızlık senaryosunda kullanmak üzere saklar. Teslim edilen silahların önemli bir kısmı ise kullanım ömrü azalmış, teknolojik olarak geri kalmış veya hasar görmüş silahlardan oluşur. Daha da önemlisi, güvenlik açısından hassas bölgelerde, bölgesel ve sınır ötesi kaçakçılık ağları, silah teminini son derece kolaylaştırır. Bu da, yalnızca silah toplama faaliyeti üzerinden güvenlikte doğrudan ve kalıcı bir iyileşme beklentisinin gerçekçi olmadığını ortaya koyar. Dolayısıyla, silahsızlanmanın, güvenlik algısı ve sahadaki fiili güvenlik koşulları ile tek başına güçlü bir korelasyon göstermeyeceğini hesaba katmak; süreci güven artırıcı önlemler, sosyoekonomik entegrasyon politikaları ve kapsamlı bir barış inşası stratejisi ile birlikte ele almak gerekir (Muggah, 2006; de Vries & Wiegink, 2021; Kaplan & Nussio, 2023).
2. Terhis (Demobilization): Savaştan Sivil Hayata Geçiş
Terhis, çatışma ortamında örgütlenmiş silahlı grupların dağıtılması ve bireylerin sivil statüye geçmesidir. PKK bağlamında bu, hem kırsaldaki unsurları hem de şehirlerdeki lojistik ve destek yapılarını kapsar. Terhis süreci, militer disiplinin sona erdirilmesinin yanı sıra, silahlı kimliğin toplumsal kimliğe dönüşümünü de hedeflemelidir. Ancak terhis, yalnızca militanların silah bırakıp dağılması anlamına gelmez; derin sembolik anlamlar taşıyan, lojistik açıdan karmaşık ve psikolojik, sosyal, siyasi boyutları olan çok katmanlı bir süreçtir (Knight & Özerdem, 2004).
Terhisin temel amaçlarından biri, savaş kimliğini dönüştürmektir. Silahlı çatışmalar, aidiyet ve anlam duygusunu pekiştiren güçlü bağlar yaratır. Çatışma ortamındaki militer unsurlar, çoğu zaman onlara amaç, statü ve topluluk hissi veren askeri yapılarda sosyalleşir; özellikle devlet kurumlarının zayıf ya da dışlayıcı olduğu bağlamlarda bu aidiyet daha da güçlenir. Dolayısıyla bir silahlı gruptan ayrılmak, sadece lojistik bir geçiş değil, aynı zamanda varoluşsal bir kırılmadır. Etkili bir terhis süreci, eski savaşçıların sivil yaşamda yeni bir kimlik geliştirmelerine yardımcı olmalı ve yeniden entegrasyon için psikolojik olarak hazırlanmalarını sağlamalıdır (Bowd & Özerdem, 2013).
Bu zorlu geçişi yönetmek için birçok DDR programı “cantonment” adı verilen geçici toplanma alanlarını kullanmıştır. Bu alanlarda savaşçılar kayıt altına alınır, silahsızlandırılır, sağlık kontrollerinden geçirilir ve sivil yaşama hazırlanır. Namibya, Etiyopya, Kamboçya ve Sierra Leone örneklerinde bu kamplar, terhis stratejisinin merkezinde yer almıştır. Cantonment, veri toplama, kırılgan grupların belirlenmesi ve ön-uyum eğitimleri için etkili imkânlar sunar; aynı zamanda tarafların barışa olan bağlılığını gösteren siyasi bir güven artırıcı önlem olabilir (Tanner, 1996; Özerdem, 2003). Ancak bu yöntem hem maliyetli hem de lojistik açıdan zordur; askeri hiyerarşileri pekiştirebilir ve sivil yaşama geçişi psikolojik olarak geciktirebilir. Liberya ve Angola’da yetersiz planlama ve fon eksikliği, kötü yaşam koşulları, huzursuzluk ve şiddet olaylarına yol açmıştır. Bazı durumlarda kamplar, yarı kalıcı yerleşimlere dönüşerek yerel topluluklar üzerinde baskı yaratmış ve yeniden silahlanma endişelerini artırmıştır (Berdal, 1996; Özerdem, 2003).
Bu nedenle birçok bağlamda, topluluk temelli merkezi olmayan terhis modelleri veya mobil terhis ekipleri daha umut verici sonuçlar vermiştir. Kolombiya’da bazı eski FARC savaşçıları doğrudan topluluklarına özel destek mekanizmalarıyla entegre edilmiştir. Güney Sudan’da çocuk askerlerin toplanma alanlarına yerleştirilmesi yerine ailelerine kavuşturulması tercih edilmiştir. Bu tür yenilikler, terhis tasarımında yerel koşullar, grup yapısı ve coğrafyanın dikkate alınması gerektiğini göstermektedir (UNICEF, 2018; de Vries & Wiegink, 2021).
Terhis süreci toplumsal cinsiyet perspektifiyle de ele alınmalıdır. Silahlı gruplara bağlı kadınlar ve kız çocukları genellikle yalnızca savaşçı değil, aşçı, haberci veya zorla “eş” gibi farklı roller üstlenir. Ancak birçok DDR programı, dar uygunluk kriterleri nedeniyle bu kişileri kapsam dışı bırakmıştır. Sierra Leone’de eski kadın savaşçılar, damgalanma ve cinsel şiddet korkusu nedeniyle toplanma alanlarına girmekten kaçınmıştır. Bu tür dışlanmalar, marjinalleşme döngülerini yeniden üretmektedir (McKay & Mazurana, 2004; Podder, 2012).
Ayrıca terhis süreci doğası gereği siyasidir. Çoğu zaman barış anlaşmalarında müzakere edilir ve güvenin ölçütü hâline gelir. Filipinler’de Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin kademeli terhisi, yönetişim reformlarının uygulanmasına bağlanmıştır. Nepal’de Maoist savaşçıların ulusal orduya entegrasyonu konusundaki tartışmalar, barış sürecini yıllarca tıkamıştır. Dolayısıyla terhis, daha geniş siyasi takvimlerle ve uzlaşı mekanizmalarıyla uyumlu yürütülmelidir (Özerdem & Podder, 2012).
Türkiye bağlamında ise olası bir barış sürecinde PKK’nın dağıtılması aşamasının “hızlı ve görünür” olma beklentisiyle aceleye getirilmesi uzun vadede ciddi riskler doğurabilir. PKK üyelerinin dağdan inişi, sadece silah bırakma değil; aidiyet ilişkilerinin çözülmesi, alternatif geçim kaynaklarının oluşturulması, psikolojik travmaların ele alınması ve yeni bir toplumsal kimliğin inşa edilmesi anlamına gelir. Bu nedenle, terhis süreci en az 6–12 aylık kademeli bir program olarak tasarlanmalı; kapsamlı sağlık taramaları, travma odaklı psikososyal destek, mesleki eğitim ve istihdam garantileri ile desteklenmelidir. Sürecin güvenilirliğini artırmak için bağımsız bir izleme ve doğrulama mekanizması kurulmalı; bu mekanizma hem güvenlik güçlerinin hem de eski PKK mensuplarının güvenliğini gözetmeli, olası provokasyonları önlemelidir.
Ayrıca, terhis programının bölgesel kalkınma politikalarıyla entegre edilmesi gerekir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tarım, hayvancılık, turizm ve yenilenebilir enerji gibi alanlarda istihdam yaratacak projeler, eski savaşçıların ve toplulukların birlikte ekonomik fayda üretmesini sağlayabilir. Böylece terhis yalnızca bir güvenlik tedbiri değil, toplumsal barışı besleyen bir kalkınma stratejisi hâline gelir.
3. Yeniden Entegrasyon: Toplumsal Barışın En Zor Aşaması
Yeniden entegrasyon, DDR sürecinin en uzun vadeli ve en karmaşık aşamasıdır. Buradaki mesele, yalnızca eski savaşçıların “sivil” statüye geçmesi değil, aynı zamanda toplumun bir parçası olarak kabul görmeleri, geçimlerini sürdürebilecekleri ve anlamlı bir yaşam kurabilecekleri bir düzenin tesis edilmesidir (Özerdem, 2008; Muggah, 2006).
Türkiye açısından, yeniden entegrasyon süreci üç ana boyutta şekillenecektir:
- Ekonomik Entegrasyon – Eski PKK mensuplarına istihdam imkânları, mesleki eğitim ve girişimcilik destekleri sağlanması.
- Sosyal Entegrasyon – Güven inşası, önyargıların azaltılması ve toplumla yeniden bağ kurulması.
- Siyasi Entegrasyon – Barış sürecine bağlı olarak yerel ve ulusal siyasete katılım kanallarının açılması.
Uluslararası deneyimler, yeniden entegrasyonun tasarım, takvim ve uygulama yöntemlerinin barışın kalıcılığı üzerinde belirleyici olduğunu göstermektedir (Knight & Özerdem, 2004). Tek taraflı veya “teslim olma” algısına dayalı süreçler, hem örgüt tabanında hem de ilgili toplum kesimlerinde güven krizine yol açabilir. Bu nedenle tarafların mutabık kalacağı, bağımsız ve tarafsız bir izleme–doğrulama mekanizması oluşturulmalıdır. Bu mekanizma, Birleşmiş Milletler veya AGİT gibi uluslararası aktörleri içerebilir, silah bırakma ve imha süreçlerini denetleyebilir, güvenlik garantileri sağlayabilir ve olası provokasyonlara hızlı müdahale edebilir.
Yeniden entegrasyon, aynı zamanda bir kimlik dönüşümü sürecidir. Afganistan’da DDR çalışmaları sırasında (Özerdem, 2002), birçok eski savaşçının silahlı mücadeleyi yalnızca bir geçim yolu değil, aynı zamanda aidiyet ve statü kaynağı olarak gördüğü ortaya çıkmıştı. Benzer şekilde, Kosova’da (Özerdem, 2003) toplumsal kabul programları, eski savaşçıların yeniden topluma katılımında kritik rol oynamıştı; özellikle yerel kanaat önderlerinin ve dini liderlerin sürece dâhil edilmesi, önyargıların kırılmasına yardımcı olmuştu. Türkiye’de de “silahlı mücadele kimliğinden” “sivil vatandaş kimliğine” geçişi kolaylaştıracak psikososyal destek, toplum temelli projeler ve sembolik barış jestleri hayati olacaktır (Bowd & Özerdem, 2013).
Bu çerçevede atılması gereken temel adımlar:
- Psikososyal Destek Programları: Travma, kayıp ve yeniden uyum sorunlarına yönelik profesyonel danışmanlık hizmetleri.
- Toplumsal Kabul Kampanyaları: Medya, STK’lar ve kanaat önderleri aracılığıyla önyargıları azaltmaya yönelik farkındalık çalışmaları.
- Cinsiyet Duyarlı Yaklaşım: Kadınların ve kız çocuklarının DDR sürecine katılımını engelleyen damgalama riskine karşı özel önlemler. Sierra Leone’de olduğu gibi (Mazurana & Carlson, 2009; Özerdem & Podder, 2011), kadınların program dışı kalmaması için güvenlik, gizlilik ve onur koruma mekanizmaları sağlanmalı.
Ekonomik entegrasyon ise en kırılgan alanlardan biridir. Afganistan’da yeniden entegrasyon sürecinde mikro kredi projeleri ve tarımsal kooperatifler, ekonomik sürdürülebilirlik yaratmada etkili olmuştu. Kosova’da ise mesleki eğitim programları ve uluslararası toplum destekli küçük işletme hibeleri, toplumsal yeniden entegrasyonu hızlandırmıştı. Türkiye bağlamında da bu adımlar kritik önemdedir:
- Mesleki Eğitim ve İstihdam Programları – Yerel kalkınma projeleri, tarım ve hayvancılık kooperatifleri, küçük işletme hibeleri.
- Yerel Ekonomi Entegrasyonu – Bölgesel kalkınma ajansları ve belediyelerle ortak projeler.
- Geçici Gelir Desteği (Reinsertion) – İlk 6–12 ay boyunca temel yaşam giderlerini karşılayacak nakdi destek.
Uluslararası örnekler (Mozambik, de Vries & Wiegink, 2021), ekonomik temeli olmayan DDR süreçlerinin hızla geriye dönüş riski taşıdığını göstermektedir. Türkiye’de PKK sonrası olası bir yeniden entegrasyon sürecinin kendine özgü zorlukları ise coğrafi dağınıklık, sınır ötesi unsurlar, toplumsal kutuplaşma ve medyanın potansiyel rolüdür. Bu faktörler, sürecin tasarımında hem güvenlik hem de toplumsal uyum boyutlarını eş zamanlı ele almayı zorunlu kılmaktadır.
4. Toplumsal Kabul ve Mağdurların Adaleti
DDR’ın başarısı yalnızca eski savaşçıların yeniden hayata kazandırılmasıyla değil, aynı zamanda mağdur toplulukların adalet beklentilerinin karşılanmasıyla ölçülür. Mağdurların sürece dahil edilmediği DDR programları, “barış elitleri” ile toplum arasında yeni gerilimler yaratabilir (Loyle, 2023).
Türkiye’de DDR süreci, yalnızca teknik ve güvenlik temelli bir uygulama olarak değil, derin toplumsal hassasiyetleri dikkate alan bir süreç olarak tasarlanmalıdır. Türkiye’nin yakın tarihindeki çatışmalarda on binlerce insan hayatını kaybetti; güvenlik güçleri, korucular ve siviller arasında çok sayıda şehit verildi. Bu kayıplar, geride acı dolu aileler, yaralı gaziler ve travmayla yaşayan geniş bir toplum bıraktı.
Dolayısıyla, terhis sürecinde atılacak her adımın, bu şehit ailelerinin ve mağdur yakınlarının duygularını gözetmesi, onların adalet ve onur beklentilerini karşılaması gerekir. Eğer süreç, yalnızca PKK mensuplarının faydalandığı ve “ödüllendirildiği” izlenimini verirse, bu durum milliyetçi kamuoyunda büyük tepki doğurur, toplumsal kutuplaşmayı artırır ve barış sürecinin meşruiyetini zedeler.
Uluslararası deneyimler de gösteriyor ki DDR süreçleri, yalnızca silahlı aktörleri merkeze alan dar kapsamlı tasarlandığında, mağdur topluluklarda derin bir adaletsizlik algısı yaratır. Kolombiya’da FARC ile yapılan anlaşmada yalnızca eski savaşçılara sağlanan ekonomik destekler, çatışmalarda mağdur olmuş sivillerde ciddi tepkiye yol açmış ve süreçte güven erozyonuna neden olmuştur (Kingma, 2001; UNDP, 2017). Türkiye’de benzer bir risk, özellikle çatışmalarda yakınlarını kaybetmiş kesimler için çok daha hassas bir boyutta ortaya çıkacaktır.
Bu nedenle terhis süreci:
- Mağdurlar ve şehit aileleri için özel destek ve onarım programlarını içermelidir. Psikososyal destek, maddi yardım, tazminat ve sembolik adalet mekanizmaları (ör. anma törenleri, bellek mekânları) sürece entegre edilmelidir.
- Toplumsal iletişim stratejisi, sürecin yalnızca “eski PKK mensuplarına ayrıcalık” sağlamak değil, toplumun tüm kesimlerinin yararına kalıcı barış inşası olduğu mesajını açıkça vermelidir.
- Yerel katılım mekanizmaları ile hem mağdurlar hem de sivil toplum sürecin izleme ve uygulama aşamalarına dâhil edilmelidir.
Türkiye’de milliyetçi hassasiyetin ve çatışma mağduriyetinin güçlü olduğu gerçeği, terhis sürecinin yalnızca güvenlik ve entegrasyon değil, aynı zamanda toplumsal onarım ve kapsayıcı adalet süreci olarak tasarlanmasını zorunlu kılmaktadır. Aksi halde, sürecin toplumsal zemini zayıf kalacak, atılan adımlar hem siyasi hem de duygusal düzeyde karşılık bulmayacaktır.
6. Siyasetçilere Öneriler
Bağımsız ve Uluslararası Destekli İzleme Mekanizması Kurulmalı: Terhis ve DDR süreçlerinin güvenilirliği, yalnızca teknik doğrulukla değil, aynı zamanda tüm taraflar nezdindeki güven algısıyla ölçülür. Türkiye’de şu anki barış sürecinde, tarafsız ve güvenilir bir izleme mekanizması kurmak hayati önem taşır. Bu mekanizma, hem PKK mensuplarının hem de güvenlik güçlerinin güvenliğini gözetmeli, olası provokasyonların önüne geçmelidir. Geçmiş deneyimler, bağımsız izleme ekiplerinin sahadaki yanlış anlamaları, karşılıklı güvensizliği ve bilgi kirliliğini azaltmada kritik rol oynadığını gösteriyor. Örneğin, Nepal’de Maoist güçlerin terhisi sırasında BM gözetiminde yürütülen izleme faaliyetleri, tarafların anlaşmaya sadık kalmasını sağladı. Türkiye’de bu yapı, ulusal temsilciler, uluslararası gözlemciler, sivil toplum ve mağdur temsilcilerinin yer aldığı çok aktörlü bir yapıda olmalıdır. İzleme ekibinin yetkileri açıkça tanımlanmalı, raporları kamuya düzenli olarak açıklanmalı ve şeffaflık ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalınmalıdır. Ayrıca, bu mekanizma sadece sahadaki silah teslimini izlemekle kalmayıp, süreç boyunca güvenlik ihlalleri, insan hakları şikâyetleri ve toplumsal gerilimler konusunda da erken uyarı sistemi işlevi görmelidir. Böyle bir yapı, sürecin hem teknik hem de toplumsal meşruiyetini güçlendirecektir (UNDP, 2013).
Terhis Süreci En Az 6-12 Aylık Kademeli Bir Program Olarak Planlanmalı: Silahlı yaşamdan sivil hayata geçiş, kimlik, aidiyet ve geçim kaynakları açısından köklü değişimler gerektirir. Aceleye getirilen, “hızlı ve görünür” sonuç odaklı terhis programları, uzun vadede geri dönüş riskini artırır. Bu nedenle Türkiye’de uygulanacak dağıtılma süreci, en az 6-12 ay sürecek şekilde kademeli olarak tasarlanmalıdır. İlk aşamada, kayıt, sağlık taraması, güvenlik değerlendirmesi ve temel geçim desteği sağlanmalıdır. İkinci aşamada, psikososyal destek, mesleki eğitim ve geçici gelir kaynakları sunulmalı; son aşamada ise kalıcı istihdam, yerleşim ve toplumsal entegrasyon adımları atılmalıdır. Bu kademeli yaklaşım, eski savaşçıların hem zihinsel hem de pratik olarak sivil yaşama uyum sağlamasını kolaylaştırır. Ayrıca, sürenin uzun tutulması, toplumsal güvenin adım adım inşa edilmesine imkân tanır. Kısa süreli ve ani boşluklar, eski savaşçıların tekrar silahlı gruplara dönme veya kriminal faaliyetlere yönelme riskini artırır. Örneğin, Sierra Leone’de hızlı terhis programlarının ardından birçok eski savaşçı geçim sıkıntısı nedeniyle yeniden şiddet döngüsüne katılmıştır (Muggah, 2006). Türkiye’de ise kademeli model, hem güvenlik hem de toplumsal kabul açısından daha sürdürülebilir olacaktır.
Psikososyal Destek ve Kimlik Dönüşüm Programları, Ekonomik Entegrasyon Kadar Öncelikli Olmalı: Ekonomik entegrasyon, DDR süreçlerinde temel bir ihtiyaç olsa da tek başına yeterli değildir. Silahlı gruplardan ayrılan bireylerin yaşadığı kimlik boşluğu, travma, suçluluk, öfke veya aidiyet kaybı gibi duygular, sürecin başarısını doğrudan etkiler. Bu nedenle Türkiye’de PKK’nın dağıtılması programının merkezine psikososyal destek ve kimlik dönüşüm faaliyetleri yerleştirilmelidir. Grup terapileri, bireysel danışmanlık, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tedavileri, aileyle yeniden bağ kurma programları ve sosyal uyum atölyeleri bu sürecin parçası olmalıdır. Ayrıca, yeni bir toplumsal kimlik inşa etme süreci, kültürel ve eğitsel programlarla desteklenmelidir. Kolombiya’da FARC üyelerinin yeniden topluma kazandırılmasında, tiyatro ve sanat temelli projeler kimlik dönüşümünde etkili olmuştur (de Vries & Wiegink, 2021). Türkiye’de de, özellikle çatışma bölgelerinde toplumsal önyargıları azaltacak ve karşılıklı empatiyi güçlendirecek kültürel diyalog projeleri önemlidir. Psikososyal destek eksikliği, ekonomik fırsatlar sağlansa bile eski savaşçıların topluma tam anlamıyla entegre olamamasına yol açabilir.
Kadın ve Çocuk Mensuplar İçin Özel Tasarlanmış, Güvenli ve Kapsayıcı Prosedürler Geliştirilmeli: Silahlı örgütlerdeki kadınlar ve çocuklar, çoğu zaman savaşçı rollerinin yanı sıra aşçı, haberci, istihbaratçı veya zorla evlendirilmiş “eş” gibi farklı roller üstlenir. Bu kişilerin ihtiyaçları, erkek savaşçılardan farklıdır ve DDR programlarında özel olarak ele alınmalıdır. Türkiye’de, PKK içerisindeki kadın ve çocuk mensupların terhisi, damgalanma, güvenlik riski ve travma gibi ek zorluklar içerir. Bu nedenle, onlar için ayrı ve güvenli geçiş merkezleri, kadın danışmanlar, çocuk psikologları ve sosyal hizmet uzmanları eşliğinde destek programları oluşturulmalıdır. Ayrıca, çocuk mensupların ailelerine güvenli şekilde kavuşturulması ve eğitim hayatına geri döndürülmesi öncelik olmalıdır. Sierra Leone ve Güney Sudan örneklerinde, çocuk askerlerin aileleriyle yeniden birleştirilmesi, onların topluma kazandırılmasında kritik rol oynamıştır (McKay & Mazurana, 2004; UNICEF, 2018). Türkiye’de benzer şekilde, toplumsal damgalamayı azaltacak kamu bilgilendirme kampanyaları ve güvenli geçiş mekanizmaları şarttır. Kadın mensuplar için ise hem mesleki hem de sosyal hayata katılımı güçlendirecek projeler tasarlanmalıdır.
Yerel Toplumların Barışa Hazırlanması İçin İletişim Kampanyaları Yürütülmeli: Barış sürecinin başarısı, yalnızca eski savaşçıların topluma kazandırılmasıyla değil, aynı zamanda onları kabul edecek toplumsal zeminin hazırlanmasıyla mümkündür. Türkiye’de özellikle milliyetçi hassasiyetlerin ve şehit ailelerinin duygularının güçlü olduğu bölgelerde, DDR süreci yanlış anlaşılırsa sert tepkiler doğabilir. Bu nedenle, kapsamlı iletişim kampanyalarıyla sürecin amacı, faydaları ve herkes için getireceği barış ortamı anlatılmalıdır. Yerel medya, kanaat önderleri, dinî liderler ve sivil toplum kuruluşları bu kampanyalara dâhil edilmelidir. Kampanyalar, hem mağdurları hem de eski savaşçıları kapsayan “toplumsal onarım” vurgusunu öne çıkarmalıdır. Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu sürecinde, ulusal çapta yürütülen bilgilendirme ve hikâye paylaşımı kampanyaları, toplumun sürece katılımını artırmış ve uzlaşı kültürünü güçlendirmiştir (UNDP, 2017). Türkiye’de de benzer şekilde, sürecin yalnızca bir “af” veya “ödüllendirme” değil, tüm toplumun güvenli ve istikrarlı bir geleceğe ulaşma hedefi olduğu mesajı verilmelidir.
Yerel Kalkınma ve İstihdam Projeleri, DDR Sürecinin Ayrılmaz Parçası Olmalı: Eski savaşçıların kalıcı olarak topluma entegre olabilmesi için, sadece bireysel ekonomik destek yeterli değildir; yaşadıkları bölgenin genel kalkınma seviyesinin de yükseltilmesi gerekir. Türkiye’de, özellikle çatışmadan etkilenen doğu ve güneydoğu illerinde, PKK’nın dağıtılması sonrası istihdam fırsatları yaratmak kritik önemdedir. Bu çerçevede, tarım, hayvancılık, turizm ve küçük ölçekli sanayi gibi yerel ekonomik sektörleri canlandıracak projeler hayata geçirilmelidir. Uluslararası fonlar, kalkınma ajansları ve yerel belediyeler bu projelere ortak olabilir. Örneğin, Nepal’de eski Maoist savaşçıların entegrasyon sürecinde tarımsal kooperatifler kurularak hem ekonomik gelir hem de toplumsal dayanışma sağlanmıştır (UNDP, 2017). Türkiye’de de benzer şekilde, eski savaşçıların ve yerel halkın birlikte çalışabileceği, ortak mülkiyet modellerine dayalı projeler, toplumsal bağların güçlenmesini ve barışın kalıcılığını sağlayabilir. Kalkınma projeleri, DDR’ın “barış temettüsü” olarak halka somut faydalar sunmasının en etkili yollarından biridir.
Süreç Boyunca Şeffaf Raporlama ve Kamu Bilgilendirmesi Yapılmalı: DDR sürecinin başarısı, yalnızca sahada atılan adımların değil, aynı zamanda toplumun bu adımlara duyduğu güvenin sonucudur. Türkiye’de terhis ve entegrasyon sürecinde şeffaflık, hem toplumsal desteği korumak hem de yanlış bilgi ve spekülasyonları engellemek açısından kritik önemdedir. Bu nedenle, süreç boyunca düzenli aralıklarla kamuya açık raporlar yayımlanmalı, gelişmeler medya, sivil toplum ve yerel halkla paylaşılmalıdır. İzleme mekanizmasının ürettiği veriler, anlaşılır ve erişilebilir formatlarda sunulmalı; “hangi adımlar atıldı, hangi zorluklar yaşandı, hangi çözümler üretildi” gibi bilgiler net şekilde açıklanmalıdır. Şeffaflık, yalnızca bir yönetim ilkesi değil, aynı zamanda toplumsal güven inşasının da anahtarıdır. Kolombiya barış sürecinde, resmi internet portalları üzerinden haftalık raporlar paylaşılmış, böylece hem ulusal hem de uluslararası kamuoyu süreci adım adım takip edebilmiştir (de Vries & Wiegink, 2021). Türkiye’de de benzer bir uygulama, hem süreç üzerindeki manipülasyon riskini azaltır hem de barışın toplumsal sahiplenilmesini güçlendirir.
Toplumsal Barışı Güçlendirecek Kapsayıcı Diyalog ve Uzlaşı Mekanizmaları Kurulmalı: DDR süreci, yalnızca silahların sustuğu bir ortamı değil, aynı zamanda insanların yeniden bir arada yaşayabileceği bir toplumsal düzeni hedeflemelidir. Türkiye’de toplumsal barışın sağlanması, eski militer unsurlar, mağdurlar, güvenlik güçleriyle sivil halk, farklı etnik ve siyasi kimlikler arasında güvenin yeniden tesis edilmesini gerektirir. Bu güven, kendiliğinden ortaya çıkmayacaktır; planlı, kapsayıcı ve sürekli diyalog mekanizmaları ile inşa edilmelidir.
Bunun için, yerel düzeyde “barış meclisleri” veya “toplumsal uzlaşı komiteleri” oluşturulabilir. Bu yapılar, mağdurların seslerini duyurabileceği, kayıpların hatırlanacağı, adalet taleplerinin konuşulacağı ve geleceğe dair ortak vizyonların geliştirileceği güvenli alanlar olmalıdır. Türkiye bağlamında, böyle bir mekanizma, hem şehit ailelerinin hem de çatışmadan doğrudan veya dolaylı etkilenmiş tüm kesimlerin sürece dahil edilmesini sağlayabilir.
Ayrıca, medya ve kültürel üretim de toplumsal barışın inşasında önemli rol oynar. Ortak hikâyelerin anlatılması, travmaların görünür kılınması ve geleceğe dair umut veren içeriklerin yaygınlaştırılması, barışın sadece siyasi bir anlaşma değil, günlük yaşamın bir parçası haline gelmesini sağlar. Toplumsal barış, silahlı mücadelenin sona ermesinin ötesinde, yeni bir toplumsal sözleşme ve karşılıklı güven kültürü yaratmakla mümkündür (Themnér, 2021; Loyle, 2023).
Sonuç
Türkiye’de olası bir barış süreci, yalnızca silahların susmasıyla değil, toplumsal güvenin yeniden tesis edilmesiyle kalıcı hale gelebilir. Bu bağlamda, DDR sürecinin başarısı, teknik uygulamaların ötesinde, toplumsal hassasiyetleri gözeten, kapsayıcı ve uzun vadeli bir stratejiye bağlıdır.
Öncelikle, bağımsız ve uluslararası destekli izleme mekanizması, taraflar arasında güveni pekiştirecek, sürecin manipülasyona uğramasını engelleyecektir. Dağılma aşaması ise ani değil, en az 6-12 aylık kademeli bir programla yürütülmeli; böylece hem kimlik dönüşümü hem de ekonomik entegrasyon için zaman tanınmalıdır. Psikososyal destek, bu dönüşümün ayrılmaz parçası olmalı; savaşın yükünü taşıyan bireylerin travmalarıyla başa çıkmasına yardımcı olmalıdır.
Kadın ve çocuk mensuplar için özel prosedürler, onları hem güvenlik hem de toplumsal damgalanma riskinden koruyacaktır. Yerel halkın sürece hazırlanması için iletişim kampanyaları yürütülmeli, söylenti ve yanlış bilgilendirme ile mücadele edilmelidir. Ayrıca, yerel kalkınma ve istihdam projeleri, DDR’ın somut barış faydaları üretmesini sağlayarak sürece olan desteği artıracaktır.
Şeffaf raporlama ve kamu bilgilendirmesi, toplumun her kesiminde sürecin meşruiyetini güçlendirecek, dedikoduların ve manipülasyonun önüne geçecektir. Son olarak, toplumsal barışı pekiştirecek kapsayıcı diyalog ve uzlaşı mekanizmaları, farklı kimlik ve mağduriyetleri ortak bir gelecek vizyonu etrafında buluşturacaktır.
Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, Türkiye’deki DDR süreci, yalnızca çatışmayı sonlandırmakla kalmayıp, adalet, güven ve kapsayıcılığa dayalı yeni bir toplumsal sözleşmenin temelini atabilir.
Kaynakça
Berdal, M. (1996). ‘Disarmament and demobilisation after civil wars’, Adelphi Papers, 36(303), 1–93.[Text Wrapping Break]
Bowd, R. and Özerdem, A. (2013). Youth in conflict and peacebuilding: Mobilization, reintegration and reconciliation. Basingstoke: Palgrave Macmillan.[Text Wrapping Break]
de Vries, H. and Wiegink, N. (2021). ‘Breaking up and getting back together: The dynamics of disarmament and reintegration in the Sahel and beyond’, International Affairs, 97(2), 369–386.[Text Wrapping Break][Text Wrapping Break]Kaplan, O. and Nussio, E. (2020). ‘Explaining recidivism of ex-combatants in Colombia’, Journal of Peace Research, 57(2), 240–254.[Text Wrapping Break]
Kingma, K. (2000). Demobilization in Sub-Saharan Africa: The development and security impacts. Basingstoke: Palgrave Macmillan.[Text Wrapping Break]
Kingma, K. (2001). ‘Demobilization and reintegration of ex-combatants in post-war and transition countries: Trends and challenges of external support’, BICC Brief 20.[Text Wrapping Break]
Knight, M. and Özerdem, A. (2004) ‘Guns, camps and cash: Disarmament, demobilization and reinsertion of former combatants in transitions from war to peace’, Journal of Peace Research, 41(4), 499–516.[Text Wrapping Break][Text Wrapping Break]Loyle, C.E. (2023). Transitional justice and DDR: Addressing the legacy of conflict. New York: Oxford University Press.[Text Wrapping Break]
Maclay, C. and Özerdem, A. (2010) ‘Use of force and community engagement in post-conflict environments’, Conflict, Security & Development, 10(4), 471–492.[Text Wrapping Break]
Mazurana, D. and Carlson, K. (2009). The girl child and armed conflict: Recognizing and addressing grave violations of girls’ human rights. UN OHCHR.[Text Wrapping Break]
McKay, S. and Mazurana, D. (2004). Where are the girls? Montreal: Rights & Democracy.[Text Wrapping Break]Muggah, R. (2006) ‘Emerging from the shadow of war…’, Contemporary Security Policy, 27(1), 190–205.[Text Wrapping Break]
Muggah, R. and O’Donnell, C. (2015). ‘Next generation disarmament, demobilization and reintegration’, Stability: International Journal of Security and Development, 4(1), 1–12.
Özerdem, A. (2002). ‘Disarmament, demobilisation and reintegration of former combatants in Afghanistan: Lessons learned from a cross-cultural perspective’, Third World Quarterly, 23(5), 961–975.
Özerdem, A. (2003). ‘From war to peace: DDR in Kosovo’, International Journal on World Peace, 20(3), 27–44.
Özerdem, A. (2008). Post-war recovery: DDR. London: I.B. Tauris.[Text Wrapping Break]
Özerdem, A. (2012). ‘A re-conceptualisation of ex-combatant reintegration’, Conflict, Security & Development, 12(1), 51–73.[Text Wrapping Break][Text Wrapping Break]Özerdem, A. and Podder, S. (2011). Child soldiers: From recruitment to reintegration. Basingstoke: Palgrave.[Text Wrapping Break][Text Wrapping Break]Podder, S. (2012). ‘Gendering reintegration: Women combatants in post-conflict Liberia’, Conflict, Security & Development, 12(4), 447–461.[Text Wrapping Break]
Porto, J.G., Alden, C. and Parsons, I. (2007). From soldiers to citizens. Aldershot: Ashgate.
[Text Wrapping Break]Themnér, A. (2021). ‘Beyond ex-combatant reintegration…’, International Affairs, 97(2), 317–335.[Text Wrapping Break]
UNDP (2013). Afghanistan Peace and Reintegration Programme: Lessons learned. New York.[Text Wrapping Break]
UNDP (2017). Community-based reintegration: Experiences from the field. New York.[Text Wrapping Break][Text Wrapping Break]UNICEF (2018). Children associated with armed forces and groups: UN approach to reintegration. New York.[Text Wrapping Break]
United Nations (2006). Integrated DDR Standards (IDDRS). New York.