Trump’ın NATO üyesi ülkelerin ekonomik katkılarına yönelik eleştirel söylemi ve İttifak’ın 5. maddesinin tartışmaya açılması, Avrupa savunmasını yeniden gündemin merkezine taşıdı. Bu gelişmeyle birlikte, 18 Haziran 1940’ta yaptığı konuşmayla Fransa’da Nazi işgaline karşı direnişi başlatan ulusal kahraman Charles de Gaulle’ün fotoğrafları ve ABD hakkındaki görüşleri yeniden dolaşıma girdi. Nitekim Jacques Bloch-Morhange’ın da vurguladığı gibi, Gaullizm’in en büyük karşıtı Amerikalılardı. Avrupa savunmasının yeniden tartışıldığı bu dönemde, Fransa’nın savunma politikalarının Gaullist kökenlerini incelemek, mevcut stratejik yönelimleri kavrayabilmek açısından gereklidir. De Gaulle’ün ölümünden sonra doğmuş olan ilk Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un dış politika söyleminde de Gaullizm’in izleri ve etkisi belirgin şekilde görülmektedir.
André Malraux, Gaullizm’in Fransız siyasi hayatındaki yerini tarif ederken, “Gaullizm metro gibidir; orada herkesle karşılaşırsınız,” der. Nitekim Gaullizm, yalnızca de Gaulle’ün kişiliğiyle sınırlı kalmayıp toplumun her kesiminden destekçi bulan geniş bir siyasi akıma dönüşmüştür. Bu bağlamda sağ ve sol Gaullizm, ortodoks Gaullizm, teknokratik Gaullizm, Jakoben, Mendeist, aktivist ve oportünist Gaullizm gibi çeşitli sınıflandırmalara rastlamak mümkündür.
Gaullizm’in ne olduğuna dair ortak bir görüş bulunmamaktadır. Bazı araştırmacılar, onun bir yol haritası ya da doktrin olduğunu savunurken; bazıları ise Gaullizm’in bir ideoloji olduğunu ileri sürmektedir. Maxime Lefebvre, Gaullizm’i bir dış politika yöntemi olarak ele alır. Lefebvre’e göre, de Gaulle ve onunla özdeşleşen Gaullizm, Talleyrand, Delcassé ve Clemenceau gibi isimlerle temsil edilen Fransız dış politikasının realist geleneğinden beslenmektedir. Bu realist gelenek yalnızca Beşinci Cumhuriyet’i şekillendirmekle kalmamış, aynı zamanda sonraki cumhurbaşkanlarının dış politikalarına da yön vermiştir. Örneğin, “Gaullo-Mitterrandizm” kavramı; iç politikada muhalefette olsa da dış politikada de Gaulle’ün çizgisini sürdüren Sosyalist lider François Mitterrand ile özdeşleşmiştir. Hubert Védrine, Gaullo-Mitterrandizm’in Fransa’nın ABD ile dost ve müttefik olduğu, ancak onunla aynı çizgide yer almadığı (ami, allié mais pas aligné), yani bağımsız bir ortak olarak hareket ettiği dış politika anlayışını temsil ettiğini belirtir.
Öte yandan, Gaullizm’in günümüzde etkisini sürdüren bir dış politika yöntemi olup olmadığı da tartışmalıdır. Fransız uluslararası ilişkiler uzmanı Pascal Boniface, Gaullizm’in François Mitterrand’ın görüşleriyle güncellenmiş versiyonu olan “Gaullo-Mitterrandizm”in Fransız siyasi hayatında her zaman güncelliğini ve önemini koruduğunu vurgulamaktadır. Diğer yandan, Justin Vaïsse, bu kavramın kendi içinde barındırdığı çelişkiler nedeniyle bir oksimoron olduğunu ve bu yüzden tutarlı bir çizgi oluşturamadığını öne sürmektedir. .
Peki, bugün dahi etkisini sürdüren Gaullizm nedir? Bu yazının kapsamını aşan bu soruya verilecek kısa yanıt, belki de De Gaulle’ün Savaş Anıları kitabının ilk cildindeki şu cümlesine atıfla mümkün olabilir: “Bütün hayatım boyunca, belirli bir Fransa fikrine sarıldım.” Bu açılış; bir yandan Charles Péguy’nin mistisizmine, Hristiyan değerlere, Fransız romantizminin önemli ismi Chateaubriand’a ve Capet geleneğindeki merkezileşmiş güçlü devlete işaret ederken, diğer yandan realist, realpolitik öğeleri de barındırır. De Gaulle’ün “belirli bir Fransa fikri” veya ideali dediği şeyin merkezinde ise “büyüklük” (grandeur) kavramı yer alır.
Fransa’nın büyüklüğünün iki veçhesi vardır: jeopolitik boyutu ve evrensel hümanizm yönü. Jeopolitik büyüklük, Fransa’nın bağımsızlığını önceleyerek, güç ilişkilerinin değişmeyen yapısı içindeki varlığına atıfta bulunur ve Kenneth Waltz’ın yapısal realizmiyle benzerlik taşır. De Gaulle’e göre, ulusların ruhu değişmez; Sovyet propagandasının ardında ebedî Rus emperyalizmi yatmaktadır. Almanya, ikiye bölünmüş olsa da bertaraf edemediği eski şeytanlarıyla mücadele etmektedir. Amerika ise Avrupa’nın çocuğudur. Roosevelt’in enternasyonalizmi ve Dulles’in Atlantikçiliği, iyi niyet söylemleriyle örtülse de, aslında tutarlı bir emperyalizmin göstergesidir. Mao’nun Çin’i, her zamanki Çin’dir. Bloch-Morhange’a göre, Gaullist realizm, uluslararası ilişkileri güç ve kurnazlık üzerine kuran bir Realpolitik anlayışına dayanır.
Gaullizm’in ahlaki yönü ise, Fransa’nın temsil ettiği evrensel değerlere dayanır. Bu görüşe göre, Fransa ahlaki bir büyüklüğe de sahiptir. Fransa, Afrika’da, Asya’da, Güney Amerika’da ve daha birçok yerde ırk eşitliğinin, insan haklarının ve ulusların onurunun simgesidir. Bu yönü, onu diğer ülkelerden ayırır ve büyük güçler arasına yerleştirir. De Gaulle’e göre, Fransa dünyanın ışığıdır ve evreni aydınlatma dehasına sahiptir; bu, onun temel misyonudur. “Bir lamba saklanmak için değil, ışık yaymak için vardır.”
De Gaulle’e göre, Fransa ancak büyük politikalar izlediği takdirde büyük bir güç olabilir. Ancak büyük politika izlemek için gerekli araçlardan yoksundur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki süper gücün ortaya çıkışıyla birlikte, Fransa tabiri caizse orta büyüklükte bir güce dönüşmüştür. Bu açmazdan çıkıp Fransa’yı mazideki büyüklüğüne kavuşturmanın yolu ise Avrupa’nın bütünleşme projesidir. Yalta’da kurulan uluslararası düzen, Fransa’nın liderlik ettiği bir Avrupa’yla aşılabilir. De Gaulle bu projeyi, Atlantikçi Avrupa’ya karşı “Avrupalı Avrupa” söylemiyle savunmuştur. Batı ittifakı içinde ABD ile müttefik olmanın gerekliliğini savunur; ancak askeri olarak NATO’nun, ABD hegemonyasının ürünü olduğunu vurgular. Fransa’nın savunması Fransız olmalıdır. Avrupa ise Fransa’nın yeniden büyüklüğünü yakalamasına izin veren bir “Arşimet kaldıracı” görevi görmektedir. Bu yönüyle ele alındığında, Avrupa, Fransa’nın Waterloo’dan bu yana kaybettiği şeyi, yani dünyadaki en büyük güç haline gelmesini sağlamak için bir araçtır. Bu nedenle, De Gaulle’ün Avrupa’sının “üç renkli” olduğu söylenebilir (Fransız bayrağının renkleri olan mavi, beyaz ve kırmızı). Bu yüzden İngiltere Başbakanı Harold Macmillan, De Gaulle için “Avrupa’dan bahsederken Fransa’yı kastediyor,” demiştir (He talks of Europe, means France)
Diğer yandan, De Gaulle’ün şu sözleri Trump’ın gelişini öngördüğü şeklinde yorumlanmıştır: “Amerikalıların Avrupa’yı savunmak için hayatlarını riske atacaklarından emin misiniz? Hiçbir zaman bunu yapmadılar, asla da yapmayacaklar. Bu yüzden kendi ulusal caydırıcılık gücümüze ihtiyacımız var. Bugün, Amerikan halkının ne isteyeceğini, Başkan Kennedy’nin halefinin halefinin halefinin on beş ya da yirmi beş yıl sonra ne karar vereceğini kim garanti edebilir?”
Maxime Lefebvre, Nicolas Sarkozy ve François Hollande dışarıda bırakıldığında, Beşinci Cumhuriyet’in dış politikasında Gaullizm’in etkisinin ve sürekliliğinin görüldüğünü belirtmektedir. Emmanuel Macron da bu durumu doğrularcasına, cumhurbaşkanlığı döneminde Gaullo-Mitterrandist çizgiden sapan seleflerinin dış politikalarının sona erdiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda Damon Mayaffre, Macron’u “Avrupalı de Gaulle” olarak tanımlamıştır. Macron’un cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Élysée Sarayı tarafından yayımlanan ve kamu binalarında yer alan resmi fotoğrafında da Gaullizm’in etkileri gözlemlenmektedir. Fotoğrafta, diğer unsurların yanı sıra horoz figürüyle süslenmiş bir mürekkep hokkası ve açık şekilde duran General de Gaulle’ün Savaş Anıları adlı eseri yer almaktadır.
Macron’un dış politika söyleminde Gaullizm’in etkisi açıkça görülmektedir. De Gaulle’ün Ostpolitik stratejisinde Avrupa’nın sınırlarını tanımlarken dile getirdiği “Atlantik’ten Urallar’a birleşik Avrupa” söylemi, Macron’un dış politika söyleminde “Lizbon’dan Vladivostok’a” şeklinde yeniden formüle edilmiştir. Hem De Gaulle hem de Macron, NATO konusunda eleştirel bir tutum sergilemiştir. De Gaulle, NATO’yu ABD hegemonyasının bir aracı olarak değerlendirirken, Macron ise tıpçı bir aileden gelmiş olmasının da etkisiyle, İttifak için “beyin ölümü gerçekleşti” ifadesini kullanmıştır.
Fransa’nın günümüz uluslararası sisteminde bir “güç” mü yoksa “nüfuz sahibi bir aktör” mü olduğu yönündeki tartışmalar devam etmektedir. Maxime Lefebvre, Fransa’yı “küresel etki gücüne sahip orta büyüklükte bir güç” olarak tanımlamaktadır. Fransa’nın arzu ettikleriyle kapasitesi arasında bir uçurum olsa da, dış politikasında belli bir süreklilik olduğu gerçektir. De Gaulle’ün dış politikasında öne çıkan “büyüklük” anlayışı ve buna bağlı stratejik öncelikler, Macron’un dış politika vizyonunda da gözlemlenmektedir. Avrupa savunması, bu noktada önemli bir yer teşkil etmektedir.
Macron’un kökenlerini Gaullizm’den alan dış politikadaki büyüklük söyleminin altında dört temel başlık yer almaktadır: Avrupa’ya yönelik araçsal bir bakış; uluslararası sistemde ayırt edici bir söylem; Atlantik ötesi bağımsızlık arayışı ve Fransa’ya özgü bir Ostpolitik yaklaşımı. Bu başlıkların tamamı, Fransa’nın liderlik ettiği bir Avrupa vizyonuna çıkmaktadır. Ancak bu sayede Fransa, üçüncü bir yol olarak denge unsuru haline gelebilir. Fransa, bugün ABD karşısında “Avrupalı Avrupa” söylemiyle stratejik özerklik ihtiyacında haklı çıkmış görünse de, Fransa’ya özgü Ostpolitik çerçevesinde Putin ile yakınlaşması, Avrupa savunması konusunda yanıldığını ortaya koymuştur. Sonuç olarak, Emmanuel Macron’un Avrupa savunmasına yönelik Gaullist bir vizyona sahip olduğu açık olsa da, bu vizyonu gerçekleştirecek askeri kapasiteye sahip olup olmadığı tartışmalıdır.